: "width=1100"' name='viewport'/> ÖZLEM ÇORAPÇI AYDEMİR HİKAYELERİ: Temmuz 2016 xgbtipjytrul.ozlemaydemir.com.

29 Temmuz 2016 Cuma

Aşk Fırtınası 22. Bölüm

                    "Evleniriz O Zaman"

Gözlerim kapansa da sesler kulağımda yankılanmaya devam ediyordu. Doruk’un korku dolu 

“İpek!!” diye haykırması kalbimi sıkıştırsa da bu gecenin sorumlusu oydu. Beni buraya getirmese, bu pislik adam bizi bu şekilde yakalayamazdı. Ayrıca odaya girmeden önceki çektiğim işkencenin bedelini ödemek zorundaydı. Bedenimde herhangi bir acı yoktu. Sadece kafamı çarpmamdan dolayı küçük bir sancı vardı. Onunda birazdan geçeceği her halimden belli oluyordu. Ama bana dakikalar önce yaşattığı o duyguların hesabını sormazsam rahat edemezdim.  Doruk beni arabanın içinden hızla çıkarmış, hemen yere yatırmış ve bir yaram olup olmadığını incelemişti.  Bu inceleme esnasında da sürekli

“Fındık aç gözlerini” diye sesleniyordu.  Yüzümü, saçımı okşarken elinin titrediğini hissediyordum. Bu durum karşısında her ne kadar kahkaha atmak istesem de kendimi tutmaya çabalıyordum. Ta ki Can denen adamın sesi duyulana kadar,

“Senin yaşadığını biliyordum. Kimse inanmasa da ben biliyordum.” Diye konuşmuştu.  Sesi canının yandığını belli edercesine acı dolu çıkıyordu. Bir an elleri yüzümden çekilen Doruk’un sesi sert bir şekilde yükseldi.  Doruk,

“Seni pislik herif! “ diye bağırdı ve gelen sese bakılırsa Can pisliğinin acılarına bir de yumruk acısı eklemesi olmuştu. Yaşanan kargaşa seslerine tanıdık bir başka ses olan İpek halamın sesi de eklendi ve halam,

“Doruk tamam! Onu biz alıyoruz. Sen İpek ile ilgilen ve hastaneye götür. Hala baygın!” diye söylediğinde Doruk’un daha da sertleşen ses tonu kulaklarıma doldu. Doruk,

“Sen kes sesini! Yarın ilk işim Kerem Bey ve diğerlerine senin hayatta olduğunu söylemek olacak. İntikam alacağım derken bir başka aile üyesinin ölümüne sebep olmana izin vermeyeceğim. Zamanında ortaya çıkmış olsaydın, Hande hanım ve diğerleri seni aramak için bunca tehlikeye girmez ve belki de Hande Hanım hayatta olacaktı!” diye bağırmasına hızla açılan gözlerimle donup kaldım. İpek halamın annemin ölümüyle bir alakası mı vardı? Varsa bu neydi?  Bu düşünceler eşliğinde hızla yatmış olduğum yerden kalktım ve İpek halam ile göz göze gelerek, şaşkın çıkan sesimle,

“Annem seni bulmak istediği için mi öldü?” diye sordum. İpek halam gözlerimin içine tedirginle bakarak yutkundu ve ben sesimi daha fazla yükselterek,

“Annem seni bulmak istediği için mi öldü? Senin yaşadığını biliyor muydu? Bildiği halde karşısına çıkmadın mı?!” diye bağırdığımda titreyen sesiyle,

“Sadece tahmin ediyordu? “ diye söylendi. Tüm dünya insanın başına yıkılabilir miydi? Evet yıkılırdı. Annemin gecelerce ağlayışı geldi gözümün önüne, babamla konuşmaları ve her geldiğinde babamla kavga etmeleri. Tüm bedenim o düşüncelerin verdiği öfkeyle titrerken sert, şaşkın bir sesle

“Annem bir gün seni görmüş olduğunu söyledi. Beni almaya gelirken yanından motorla gitmişsin. Ona eşlik etmişsin.  Sonra arabalar içinde kaybolmuşsun. O gün beni telaşe ile okuldan alıp eve gelmişti. Babama panikle seni anlatmış ve babam ona sadece

“Sen İpek’i çok özlemişsin. Artık hayallerini görmeye başlamışsın sarışın”  Diyerek sakinleştirmeye çabalamıştı. Annem senin sürekli karşına çıktığını söyleyerek defalarca psikoloğa gitti. Günlerce ağladı!” diyerek haykırdığımda gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyordum. Doruk yanıma kadar gelip bana sarıldığında beni sakinleştirmek istercesine,

“Tamam, fındık gidiyoruz” dediğinde ise hızla kollarından çıkarak, halama doğru yürüyüp, İşaret parmağımı ona doğru uzattım ve

“Karşıma bir daha çıkmayacaksın! Beni takip etmeyeceksin! Nasıl bir oyun oynuyorsan oyna ve bizden uzak dur. Oyunun bittiğinde de kimsenin karşısına çıkmadan bunca yıl nasıl kaybolduysan, bundan sonraki yıllarda da öyle kaybolacaksın. Babam annemin acısından sonra böyle bir ihaneti kaldıramaz. Yıllardır seni arıyor, yıllardır senin için üzülüyor. Bana her ipek dediğinde kalbinde bir yerlerde hep bir acı oldu. Lanet olsun yıllardır seni burada bırakıp gittiği için vicdan azabı çekti!” diye haykırdığımda onunda gözlerinin dolmasını beklemiyordum. Bu kadında bir şey vardı. Yapmak istediği şey intikam tamam ama farklı bir şey daha vardı. Acısıyla, hüznüyle ilgili olmayan, bu gizemin farklı bir nedeni vardı. Bunu bilmiyordum. Hissetmem bir şeyi değiştirmiyordu ama bilmekte istemiyordum. Ben öfkeyle ona bakarken, gözlerindeki şaşkınlık, acı ve hüzün hızla geri giderken sakin çıkan sesi eşliğinde

“Sana görünmemeyi başarabilirim. Beni bir daha görmeyeceğinden emin olabilirsin. Ama seni takip etmemek ve seni korumamak adına söz verememem çünkü annene senden daha önce söz verdim.” Diye söylendiği anda aklıma gelen annemin cümleleri ile içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Annem bir gün yine İpek halam için hüzünlendiği esnada bana

“Ona o kadar kızgınım ki. Biz birbirimizi hiç bırakmayacağımıza söz vermiştik. Ama o beni bırakıp gitti. Bana veda bile etmeden. Benim her sorunumda, her acımda koştuğum kardeşim, karşılaştığı ilk acıda bana gelmeden acısından kaçıp, beni acılara bırakıp gitti.” Diyen sesinin verdiği acı ile İpek halama

“Sen anneme verdiğin sözü, yalan ölümünle tutmadın zaten. Bunu da tutmamanda engel yok.”  Diye karşılık verdiğimde gözlerindeki yıkılma geri gelmişti. Bunun üzerinde fazla durmayacaktım. Burada fazla kalmaya da gerek yoktu. Fazlasıyla yorgun ve bir o kadar da bitkindim. Geriye döndüğüm anda karşılaştığım gözlere yorgunlukla bakarak,

“Gidelim mi?” diye sordum. Derin bir nefes alan Doruk,  hiçbir şey söylemeden sadece başı ile onaylayarak yanıma kadar geldi. Beni koltuğunun altına alarak yürümeye başladığında mırıldanarak,

“Çok mu korktun?” diye sordum. Doruk beni daha çok sararak

“Aklım gitti sandım fındık. Bir şeyin yok ya, hastaneye gideli mi?” diye tedirginlikle sorduğunda ise gülümseyerek,

“Bir şeyim yok. Sadece eve gidelim” diye söylendim. Doruk’un yere savrulmuş olan motorunun dibine geldiğimizde onun korkusunu bir kez daha anlamış oldum. Motor yere yuvarlanmış ve şu anda görmesem bile birçok çizikle zarar gördüğü belli oluyordu. O mükemmel motordan eser kalmadığına fazlasıyla emindim.  Doruk motoru yerden kaldırıp, üzerine bindiğinde elini bana uzatıp,

“Gel bakalım” dedi. Ben hiç tereddüt etmeden elimi ona uzattım ve o kocaman avucunda kaybolmasına izin verdim. Doruk elimi sıkıca kavrarken, beni kendine doğru çekti ve dudaklarıma yapıştığında ise dünya diye bir kavramın olmadığını hissettim.  Ayaklarım heyecandan titrerken, bedenim kendini tamamıyla Doruk’un o güçlü kollarına bırakmıştı. Lanet olsun bu kadar güzel öpüşmek zorunda mıydı? Aklım resmen uçup gitmiş, yerini tamamen kalbime ve engellenemez duygularıma bırakmıştı. Dudaklarıma bıraktığı mükemmel öpüşün ardından geri çekildiğinde kendimi bir boşlukta gibi hissetmiştim.  Gözlerimi zorlukla açtığımda ise o mükemmel kahvelikler, gözlerime acıyla bakıp,

“Hayatımda ilk defa bu kadar büyük bir korku yaşıyorum fındık. Bunun bir daha tekrarlanmaması için ne gerekiyorsa yapacağım. Yani seni bir dakika bile yanımdan ayırmaman gerekse bile “ diye söylediğinde ise gülümseyerek,

“Buna izin vermeyecek olanlar var” diye mırıldandım. Doruk kaşlarını çatarak,

“Kim?” diye söyledi. Ben gayet alaycı bir tavırla,

“Bora amcam, Yiğit amcam, Çağlar amcam, Mert, Savaş” diye sıraladığımda ise Doruk, net bir esle

“Seni sevdiğimi biliyorlar. Ayrıca buna inanıyorlar da” diye ikinci cümleyi vurgulayarak söylendiğinde ise gözlerim kocaman oldu. Doruk bu halime gülümseyerek,

“Çok tatlı görünüyorsun ama şu an seni bir kez daha öpersem bırakamayacağımdan korkuyorum. Onun için gidelim fındık.” Diye söyledi. Ben bu iltifatı es geçerek,

“Biliyor olmaları, evlenmeden seninle kalmama izin verecekleri anlamına gelmiyor uyuz şey” diye söylendim. Doruk bir an duraksayarak, benimle göz göze geldi. Ardından benimle burun hizasına gelerek, burnumun hemen ucuna bir öpücük bırakıp, sırıtan bir surat ifadesi ile


“ Evleniriz o zaman fındık ”  demesi beklediğim bir tepki değildi. Onun içinde gözlerine sadece şok olmuş bir şekilde bakmakla kaldım. Bu uyuz ne söylediğinin farkında mıydı acaba ? 


Merhabalar, biraz gecikmiş olabilir ama bundan sonr her hafta düzenli olarak bölümler gelecek. hepinize keyifli okumalar...

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Aşkın Büyüsü






“Kızımızda aynı benim gibi olacak” diye söylediğimde İpek kucağımda en şirin çığlığını atıp bu söylediğimi onayladı. Gözleri kocaman olan Kerem
“Mümkünse senin gibi olmasın sarışın. Bir Sarışın güzeli daha bu bünye kaldırmaz. Sonunda ya katil olurum ya da kalp krizinden giderim.” Dediğinde kahkaha atarak,
“ Neden?” diye sorunca kaşarını çatan Kerem,

“Senin etrafındaki kaç kişiyi dövdüğümü hatırlatayım mı?” diye sorunca, Kerem’inde Bora’dan bir farkı olamadığını görmüş oldum. Sonra kucağımda bir peri kızını andıran İpek’ime baktım. Onu sevecek olan adam içinde bir nebze içim burkuldu. Allah gerçekten yardımcısı olmalıydı…

24 Temmuz 2016 Pazar

GECEMİN YILDIZI 38. BÖLÜM

                 "ONLAR NE YAPIYORLAR"

      “Alınması gerekiyordu. İçinizde ölmüştü. Sizi zehirlemeye başlamıştı. Eğer müdahale edilmeyip içinizde kalsaydı, şu anda hayatta olmanız imkânsızdı. Aylin Hanım daha çok gençsiniz.  Bu kürtajdan sonra kısa bir tedavi ile tekrar hamile kalabilir ve anne olabilirsiniz. Gerçekten çok güçlü bir kadınsınız. Onun için savaşmayı bırakmamanız, kendinizi salmamanız gerekiyor.” Gözlerimin içine baka baka konuşan doktoru parçalamak istedim. Doktor kadın değildi. Muhtemelen evlide değildi. Baba olamayacak kadar da soğuktu. İçimdeki fırtınayı, o fırtınanın harladığı yangını hissetmiyordu. Sadece 4 ay 10 günüm kalmıştı. Her şeyi hazırdı. Yatağı, kıyafetleri, hatta birkaç yıl sonra oynayacağı oyuncakları. Ne yanlıştı? Neyi yanlış yapmıştım? Oysaki her şeye dikkat ettim. Yediklerime, uyuma, kaldırdığım eşyaların ağırlığına, yürüyüşüme hatta giydiğim ayakkabıya bile dikkat ettim. O zaman yanlış olan, gitmesini gerektiren neydi. İçimden bir ses haykırdı  “Kader” diye. İyide benim kaderimde hep mi acı vardı. Tedavi olup, yeniden hamile kalabilir ve anne olabilirmişim. Peki ya neden? Sonu yaklaşırken bu derin acıyı yaşamak için mi? Ah hayır! Bir daha bu acıyı yaşamayacağım. Gözlerimin içine soğuk soğuk bakan ve sözde kendini bu konuşmayı yaparak, iyi doktor olarak gösteren adamın gözlerine en duygusuz bakışımla bakarak,

“İşiniz gereği olmadan kucağınıza hiçbir bebeği aldınız mı? Size ait olması şart değil, sıradan bir bebeği sevmek için, koklamak için ya da öpmek için?” diye sordum. Gözlerime soruya anlam veremez bakışlarla bakarken soğukça sırıtıp,

“ Tahmin ettiğim gibi hayır! Siz sadece doktorsunuz. Sadece insanları sadece tedavi edersiniz ve onların ne hissettiği ile ilgilenmezsiniz. Duygu yok! Savaşı yaşayarak kazanan sizin için başarı, ama savaşı kaybedenler unutulmalı öyle değil mi? Sadece 4 ay 10 gün sonra bebeğimi sevinçle kucağıma alacaktım. Her şeyi hazırdı! “ diye sert bir şekilde sesimi yükselterek, devam ediyordum ki doktor kendinden emin bir şekilde,

“ Ölü bebeğiniz, sizi de öldürecekti. Buna izin mi verseydik?” diye sorunca tüm bedenimdeki hücrelerin bir araya gelerek öfkeyle çağlamasını hissettim. Hissettiğim bu öfke sesimin tonunu ayarlayamama neden oldu ve öfkeyle

“Verseydiniz!” diye haykırdım. Bu tepkime korkuyla yutkuna doktorun bir şey söylemesine izin vermeden yerimden kalkıp, bana endişeli gözlerle bakan Yiğit ile göz göze geldiğimde ise net çıkardığım sesimle

“Eve gitmek istiyorum” diye söyledim. Tek kelime etmeden yerinden kalkarken, çantamı aldım ve kapıya doğru yöneldim. Derin bir nefes alıp kapıdan çıktım. Hastanenin koridorunda yavaşça adım atarken, ikimizde sessizdik. Sessizlik asansör, araba ve yol boyunca da devam etti.
Kırk dakikalık sessiz yolculuğun ardından evin kapısından arabayla girmiştik. Araba sonunda durduğunda gözlerimi evden alamamıştım. Kapıda Kadir, Bahar ve Selim ile Elif bizi bekliyordu. Hepsi teselli edecek ve daha genç olduğumu, çok üzgün olduklarını dile getireceklerdi. Bu şu anda en son ihtiyacım olan şeydi. Eli bir anda elimin üzerine yerleşen Yiğit ile gözlerim birleştiğinde gözlerindeki acıyı gördüm. Oda yıkılmıştı. Oda perişandı. Oda en az benim kadar berbattı. Yine de o şefkatli bakışlarını bakışlarımdan alamıyordu. Gözleriyle sarılıyor, acısını ruhuyla hissettiriyordu. Elimin üzerindeki elini güç vermek adına hafif sıkarak,

“Geçecek. Her acı gibi. Zor olacak belki ama buda geçecek.” Dediğinde kaşlarımı çattım. İçimdeki kırgın kız çocuğu gözleri dolu bir şekilde ‘geçmeyecek’ diye fısıldarken ben avazım çıktığı kadar haykırmak istedim. Bu isteğimi irademi sonuna kadar kullanarak engelledim ve tek kelime etmeden arabadan inip, Yiğit’i beklemeden, eve doğru yürüdüm.  Kapıda göz göze geldiğim herkesin acısını, hüznünü bakışlarımdan görebiliyordum ve gerçekten yorulmuştum. Onların yanından geçip eve girdiğimde, hissettiğim duygu ile tüm bedenimin ürperdiğini hissettim. Sadece birkaç gün ayrı kaldığım evim, bana ne kadar da yabancı geliyordu. Herkes hüzünle bana bakarken, içimden bana acımayın diye haykırmak geldi. Hepsinin bakışlarında acıma vardı. Hüzün vardı. Bebeğimi taşımayı beceremediğim, onu içimde tutamadığım için bana acıyorlardı. Evet, ben bebeğini içinde tutmayı, onu taşımayı becerememiş bir kadındım. Onun içinde halime sadece acıyorlardı. Kimse ile göz göze gelmemeye çabalayarak merdivenlere yöneldim. Sakin çıkan sesimle,

“Yanımda olmak adına gelmenize sevindim ama gerçekten çok yorgunum” diyerek kimsenin karşılık vermesine izin vermeden, odama çıkmak için merdivenlere yöneldim. Arkamda bıraktığım sessizliğin ardından odama girmiştim. Odamın hemen karşısında bulunan bebek odasına bakmamıştım bile. Tüm üstüm bedenim ilaç kokularıyla kaplıydı ve bu beni gerçekten iğrenç bir kokunun içine çekiyordu. Yine yavaş adımlarla banyoya doğru gidip banyoya girdim ve kıyafetlerimi çıkarmaya başladım. Tüm kıyafetlerimi çıkarmanın ardından duşu açtım ve sıcak suyun altına girdim. Sıcak su bedenime değdiği anda tüm hüzünlerimi, o suya bıraktım.. Tıpkı annemin gidişinde olduğu gibi ağlamayacaktım. Ağlamak daha çok yıkardı beni, daha çok yakardı canımı. Sıcak su değdiği her noktamı gevşetirken, yere doğru çömeldim. Kocaman olan küvetin içinde nokta gibi hissediyordum kendimi. Bu gerçekten içimi sıkıştırıyordu. Birçok hayalim vardı benim bebeğimle. Hiç birini beğenemedi de onun için mi gitti. Onun için mi içimi yaka yaka çıkıp gitti.
Duşun ardından kurulanıp, üzerimi giydim ve yatağa uzandım. Yiğit hala gelmemişti. Tabi içeridekiler hala gitmediğinden olabilirdi. Yatağa girip uzanmamla, Yiğit’in odaya girmesi bir oldu. Kokusu buram buram odaya yayılırken kapalı olan gözlerimi açmadım. Yavaşça banyoya gittiğini, bir duşun sesinin açıldığını duydum. Birkaç dakikalık duşun ardından kapanan su ile duşunun bittiğini anladım. Gözlerim hala kapalıydı. Biraz zamanın ardından banyonun kapısını açıldığını hissettim ve saliselik bir zaman diliminde hareketlenen yatağımı. Yiğit’in bu şampuanından yayılan koku insanın içine işliyordu. Yine aynı saliselik zamanda ise kollarını bedenimde hissettim.  Tam boynuma bir öpücük bırakarak,

“Onlar senin de arkadaşın ve senin yanında olmak istediler güzelim. Her biri seni anlamaya çalışıyor hatta Selim seninle aynı kaderi yaşıyor. Bende öyle. Acımız büyük. Ama ben senin yokluğuna dayanamazdım. Ölmüştü. Artık karnında bir cesetti ve alınması gerekiyordu. Bunun için kendini suçlama çünkü bunun bir yararı yok. Sen hayatımda gördüğüm en mükemmel anne adayıydın. Kimilerine göre muhteşemdin.” Dediğinde yutkundum. Öyle olsaydı bebeğim hala içimde olurdu diye düşündüm ve bu gerçekten nefes almamı zorlandırdı. Yiğit bana daha çok sarılırken, boynuma tekrar tekrar öpücükler bırakarak,

“Yapmak istediğin şeyi unut güzelim. Buna asla izin vermeyeceğim. Senin bu duygusuzluk içinde kaybolmana izin vermeyeceğim. Bu acıyı beraber atlatacağız. Bu acı ikimizin.” Dediği anda dolan gözlerimi sıkıca yumup yaşları geri göndermeye çabaladım. Bir erkek bu kadar mükemmel olabilir miydi? Yiğit derin bir nefes aldı ve

“Sen benim tek gerçeğimsin unutma asla kaybolmana izin vermem. O benimde bebeğimdi. Bende acı çekiyorum.”  Dediğinde kollarında dönüp ona sıkıca sarıldım. Tüm acımla, tüm kederimle, tüm haykırışımla…
3 ay sonra
O acı günlerin üzerinden yaklaşık 3 ay geçmişti. İlk gün ki kadar canım yanmasa da hala odamın karşısındaki bebek odasına adım atmamıştım. İşe dönmüşümle ve son sürat aldığım tüm kiloları vermiştim. İş yeri aklımı olanca işle doldururken, zaman su gibi akmaya başlamıştı. 3 aydır tedavi görmem gerekse de doktora gitmiyordum. Ve kesinlikle hamile kalmamak adına korunmak için doğum kontrol hapı kullanıyordum.  Yeni bir hamileliğe kesinlikle hazır değildim. Her ne kadar Yiğit bunun için çok istekli olsa da. Hapımı hiç aksatmadan kullanıyordum. Hayat normale dönmüştü. Bu gün gelecek olan taşıma firması da bebek odasını taşıyacaktı. O odanın orada olması benim acımın kabuk bağlamasını engelliyordu. Odada bin bir özenle seçtiğim bebeğimin eşyalarının olduğunu bilmek, daha kokusunun bile sinmediği kıyafetlerini hissetmek katlanılır gibi değildi. Onun için bir firma ile anlaşmış, ihtiyacı olan bir bebek bekleyen aile bulmuş, tüm eşyaları da onlara götürülmesi için anlaşmıştım. Salonda firmadan gelecek olan kişileri beklerken, Yiğit şaşılacak derecede uzun uykusundan uyanmamıştı. Bunun iyi bir şey olduğunu, taşıma esnasında sıkıntı çıkarmamasını diliyordum. Çalan kapı ile elimdeki kahvemi bırakıp, kapıya yöneldim. Kapıyı açmamla, iki tane orta yaylı adam ile karşılaşmam bir oldu. Gülen surat ifadeleri ile

“Merhaba, taşıma firmasından geldik.” Diye açıklama yaptıklarında onlara

“Tamam, buyurun” diyerek içeri girmelerini söyledim. Merdivenlerden yukarı çıkarak, onlara odayı gösterdim. Kapıyı açıp içeri girmelerini rica ederken odaya hiç bakmamış ve girmemiştim. Adamlar içeriye girerken, arkamda beliren Kadir ile ürkerken Kadir,

“Yanlış yapıyorsun Aylin. Yiğit bunu gördüğünde çok kırılacak. Bu kadar duygularını sertleştirmen normal değil. Acın büyük anlıyorum ama bu acıyı yenmek için seçtiğin yol doğru değil. “ dediğinde yutkundum. Neden kimse beni anlamak istemiyor. Başka türlü kendime gelemezdim ne den bu kadar bencilce davranıyorlar. Derin bir nefes aldım ve

“bu bana iyi gelecek. Bu oda burada olduğu sürece normale dönemem. Odanın önünden her geçtiğimde aklıma o gün geliyor. Anlayın artık” dediğim anda Kadir’in hemen arkasından soru yüklü bir ses tonunda

“Neyi anlamamız gerekiyor?” diye soran bir ses yükseldi. Bu sesin ardından Kadir’in gözleri sıkıca yumuldu. Ve sessizce

“Siktir” diye fısıldarken ben yutkunmadan edememiştim. Oda bu konuda hassastı. Beni anlayacaktı. Ama yine de bu ses tonunun ardından hiçte iyi bir konuşma olmayacağı belli oluyordu. Kadir kenara çekilirken görüş alanıma giren Yiğit’in o çatılan kaşları eşliğinde keskin bakışları ile karşı karşıya kaldım.  Yiğit adım adım bana yaklaşırken, tüm bedenimin ürperdiğini hissettim. Sadece bakışı ve yürüyüşü ile bunu yapabilmesine lanet okuyarak kendimi ayakta tutmak adına resmen savaştım.  Yiğit birkaç adımda yanıma kadar gelip, hemen dibimde durdu. Başını omuzumum üzerinden uzattı ve içeriye baktığında birkaç saniye öylece kaldı. Bedenindeki kasılmayı ona dokunmasam da hissediyordum. Tam boynumun orada duran kafasının nedeniyle dişlerini nasıl sıktığını da tahmin edebiliyordum. Göz göze geldiğim Kadir bana olumsuz anlamda başını sallarken, kalbimin hızla atmasına engel olamamıştım. Saniyeler sonra geri çekilen Yiğit ile göz göze geldiğimde bakışlarının öfke ile karardığını gördüm. Bu iyi değildi. Hem de hiç iyi değildi. Çok uzun zamandır duymadığım o tehlikeli ses tonu eşliğinde, içimi korkuyla kıvranmasına sebep olarak,

“Onlar bebeğimizin odasında ne yapıyorlar Aylin” diye sordu. Sesi öyle tehlikeliydi ki o an yok olmak istedim. Başka bir yere ışınlanmak, hatta ölmek istedim..

Merhabalar gecikme için üzgünüm elimde olmayan nedenlerden dolayı oldu. hepinize keyifli okumalar...                            

22 Temmuz 2016 Cuma

Gecemin Yıldızı Duyuru

Evet gecemin yıldızı okuyucuları bu akşam geç saatte bile olsa bir aksilik çıkmadığı sürece bölümü yayınlayacağım. Güzel ve uzun bir bölüm oldu. Düzeltemeleri yapıyorum. Sadece 2 sayfam kaldı ve iş yerinde olduğum için sadece bu kadar yazabildim. Sabrınız için teşekkür ederim:))