: "width=1100"' name='viewport'/> ÖZLEM ÇORAPÇI AYDEMİR HİKAYELERİ: 2016 xgbtipjytrul.ozlemaydemir.com.

22 Eylül 2016 Perşembe

GECEMİN YILDIZI 46. BÖLÜM


46. Bölüm “ Hiçbir şey olmayacak”

O muhteşem gecenin üzerinden neredeyse iki ay geçmişti. O gecenin sonrasında başak denen o sürtüğü hiç ama hiç görmemiştik. Yiğit fazlasıyla gergin olmasa da yıllar sonra onu görmenin ona nasıl rahatsızlık verdiğini anlatmış ve bende detaylarda fazla durmamıştım. Sonuç olarak vicdanında kaybolmuş bir kadın ve hataları vardı. O gün otelden geldiğimizde Bahar evdeydi ve her ikisinin de neşesi, tatlılığı izlenmeye değerdi. Güzel şeyler olduğu her hallerinden belliydi ve çok güzel görünüyorlardı. Evde kahvaltımızı yapmış, benim geceki rezilliğimden bahsedilmiş, bolca alay konusu çıkmış ve sonunda gün bitmişti. Şu anda ise Yiğit’in kolları arasında, onun o düzenli alıp verdiği nefesinden dolayı inip kalkan göğsünün verdiği huzur hiçbir şeye değişilmezdi. Baba olmayı sonuna kadar hak eden bir adamdı. İyi, dürüst, şefkatli ve sevgi dolu bu adamın, çocuğu ile uyuduğu görüntü gözümün önünde canlandı. Ve öyle büyülü bir görüntüde gülümsemeden edemedim. Başımı dayadığım göğsüne bir öpücük bırakıp, bende huzurlu bir uykuya daldım…

1 ay sonra

Ofiste yeni ve hiç bitmeyen işlerimi toparlamaya çabalıyordum. Çok fazla yoğunluk vardı ve ben sanırım hasta oluyordum. Bedenim ağrıdan ölüyordu ve sanırım ateşimde vardı. Birkaç gecedir, bahçe muhabbetlerimiz bitmiyordu. Hava bu birkaç gecedir de sert esiyordu. Buna dayanmak oldukça zorlaşmaya başladığında mesainin bitimine neredeyse yarım saat kaldığını düşündüm. Yavaşça yerimden kalktım ve tam çıkışa gidiyordum ki açılan kapıdan içeriye giren Yiğit ile duraksadım. Yiğit kaşlarını çatarak bana baktı ve endişeli sesi ile

“Güzelim?” diye seslendiğinde derin bir nefes alarak,

“Sanırım üşüttüm. Tüm bedenim ağrıyor.” Diyerek karşılık verdiğimde elini yüzüme, boynuma dokundurdu. Hızla büyüyen gözleri eşliğinde

“Güzelim sen yanıyorsun! Neden haber vermiyorsun ki? Hemen hastaneye gidiyoruz” dediği anda hızla

“Gerek yok eve gidelim” diye diyettim. Fakat Yiğit sertleşen sesi ile

“Hemen!” diye gürleyince daha fazla itiraz edemeden kendimi arabada hastaneye giderken buldum….
…………………………..

Ne kadar süre geçtiğinin farkında değildim. Neredeyse yıldırım hızıyla hastaneye gelmiştik. Acilden giriş yaptığımızda hemen bizi içeriye alıp müdahale için doktor çağrıldı. Bir iki dakikaya gelen doktora ateşimin olduğunu, halsizliğimin ve muhtemelen bir grip olduğunu söylediğimde doktor ateşimi ölçtü, göğsümü dinledi. Rutin müdahaleyi yaptıktan sonra serum takacak diye beklerken, yanındaki hemşireye

“Hanım efendinin kanını alın ve kan testi için laboratuvara gönderin. Sonuçları acil beklediğimi söyleyin.” Dedikten sonra bana gülümseyerek,

“Kan testi sonuçlarınızı bir görelim. Ona göre size ilaç vereceğim sadece 15 dakikada beklememiz gerekiyor.” Dediğinde sadece tamam anlamında başımı salladım. Doktor gülümseyerek dışarıya çıkarken Yiğit,

“Kan testine ne gerek vardı ki şimdi?” diye sordu. Gözlerimi tavana dikerek sabır diledim. Sonra ise Yiğit ile göz göze gelerek

“Sadece küçük bir grip. Lütfen biraz az tepki gösterir misin? Gerekli olmasa almazdı.” Diye söyledim. İşe yaramasına ise şaşırdım. Yani buna karşılık bir şey söylemesi gerekiyordu. Kaşlarını çatması, homurdanması, kanımı alan hemşireye sert konuşması falan ama hiç birini yapmadı.
On beş dakikalık bir zaman sonrasında gülümseyerek içeriye giren Doktor, benimle göz göze geldiğinde neşeli çıkan sesi ile

“Evet, sonuçlar geldi Aylin Hanım” dediğinde sıkılmış bir sesle

“Grip olmuşum ve serum vereceksiniz değil mi?” deyip gömleğimin kolunu kıvırmaya başladığım esnada doktor

“Hayır, size serum veremem.” Diyerek beni durdurduğunda şaşkınlıkla doktora baktım. Ardından fısıldayarak,

“İğnemi yapacaksınız?” diye sordum. Doktor gülümseyerek,
“Hayır, size hiçbir ilacı veremem Aylin Hanım?” dediğinde hemen söze karışan Yiğit biraz sert bir sesle

“Neden?” diye sorduğunda Doktor, bir an elindeki sonuç kâğıdına baktı ve ardından Yiğit ile tekrar göz göze geldiğinde net bir sesle

“ Elimdeki sonuçlara bakılırsa eşiniz 5 haftalık hamile. Onun için hiçbir ilaç müdahalesinde bulunamayız. Grip enfeksiyonunu en iyi şekilde nane limon ile atlatabilir. Kendisine bol limonlu çorba içirirseniz bu süreç daha hızlı geçer. Tebrik ederim anne ve baba oluyorsunuz” dediğinde tüm bedenimin resmen felç olduğunu hissettim. Hamile miydim? İçimde bir can daha mı vardı. Onca zaman sonunda tekrar hamile miydim? Nasıl anlamadım? Nasıl fark etmedim? Diye düşünürken gözlerim Yiğit’i buldu. Yiğit put gibi doktorun karşısında duruyordu. Aynı benim gibi oda duraksamıştı. Sonra bir an, sadece bir anlık görebileceğim bir sahne gerçekleşti. Yiğit öyle bir sevindi ki sevincinden gözleri görmez oldu. Ve sanırım ben diye Doktora sarıldı. Öyle bir sarılmış olmalı ki Doktorun en son

“Beyefendi, çok fazla hastam var. Gerçekten şu anda ölemem “ diye bildiğini duydum ve aynı anda Yiğit’in onu bıraktığını. Sonra aynı hızla bana geldiğini ve bana sımsıkı sarıldığını. Yeniden anne oluyordum. Yine aynı korkular, yine aynı sevinçler. Bu kez bebeğimi kucağıma alma şansım olacak mıydı? Bu sefer beni neler bekliyordu. Bilmiyorum ama içimde bir canın tekrar var olmasına hazırlıklı değildim. Bu süreç için kendimi hiç ama hiç hazırlamamıştım.
…………………….

Eve geldiğimizde, hastanede sevinçten haykıran Yiğit’ten eser yoktu. Durgunluğum onu da etkilemişti.  Düşünceli ve sessizdi. İçeriye girdiğimizde karşılaştığımız Kadir, halimizi çözmek istercesine bize bakıyordu. Ona herhangi bir açıklama yapacak durumda değildim. Hamile olduğumdan dolayı doktor ilaç veya her hangi bir tedavi vermemişti. HCG testi yapılmış ve çıkan değerlere göre yaklaşık 5 haftalık hamile olduğum anlaşılmıştı. Her hangi bir kadın doğum uzmanına görünmemiştim. Zaten ondan önce bir psikoloğa görünmem gerektiği kesindi. O kadar yorgun ve halsizdim ki salonda oturmaya dermanım yoktu. Onun için yavaşça merdivenlerden odama çıkıp, üzerimi değiştirerek yatağıma girdim. Yiğit hala gelmemişti. Onunda psikolojisini alt üst edip hevesini içinde bırakmıştım. Artık kendime ve bu huyuma lanet okuma zaman gelmişti. Genzim tıkalı, ateşim var ve tüm bedenim resmen kırılıyordu. Zangır zangır titrercesine üşümeye de başlamıştım.  Dakikalar geçmiş ve açılan kapı ile yatakta doğrulmuştum. Yiğit elinde bir tepsi ile içeriye girdiğinde gülümsemeden edememiştim. Neden bu kadar geç geldiği ise belli olmuştu. Yiğit ve hasta çorbası. Mızmızlanarak yatağın içine doğru kaydım ve sızlanan bir sesle

“Çorba istemiyorum” diye söylendim. Yiğit yine o her hasta olduğumda içmek istemediğim ilaçlarımda sarf ettiği ses tonuyla

“Hı Hı “ diye mırıldandı ve Tepsinin hemen başucumda duran komodine koyulduğunu hissettim. Ardından güçlü bir kol üzerimdeki pikeyi çekti. Her ne kadar bırakmak istemesem de, o güce karşı koymam imkansızdı. Yiğit ile göz göze geldiğimde

“Hayır” diye çemkirdim. Yiğit kaşlarını çatarak,

“Hadi” diye emrettiğinde tam bir despot gibi duruyordu. Bu gerçekten can sıkıcı olsa da oflayarak yattığım yerde doğrulduğumda Yiğit gülümseyerek,

“Hadi bakalım. Bu çorbayı içince daha iyi olacaksın. Malum doktor ilaç yazmıyor” dediğinde ise gözlerimi ona dikerek ofladım. O bundan hiç etkilenmeden çorbadan bir kaşık aldı. Soğuması için üfledi ve içmem için ağzıma uzattığında ilk kaşığı içip yuttum. Limon ve acı karışımı bir tad, boğazımdan aşağıya inerken şimdiden iyi geldiğini hissediyordum. Tabi bu tada birde Yiğit’in o sevgi dolu bakışları da eklenince kendini iyi hissetmemek imkansızdı. Yiğit ikinci kaşığı da bana uzatırken

“Kendim yiyebilirim” diye söylendim. Yiğit gülümseyerek

“Bundan eminim ama ben yedirmek istiyorum” dediğinde ise tekrar gülümsemiştim. Üçüncü kaşık, dördüncü kaşık derken kase bitmişti. Yiğit tepsiyi önümden alırken bana biraz daha yaklaşmıştı. Tepsiyi komodinin üzerine bıraktıktan sonra elimi avuçlarının arasına alıp, benimle göz göze geldi. O kahve cenneti bakışları içimi okşarken, en şefkatli çıkan ses tonuyla,

“ Korkuyorsun biliyorum” diye söyledi. Evet korkuyordum. Yine o kadar hayal kurup, acı sonla yıkılmaktan korkuyordum. Yine aynı şeyleri yaşamaktan, hayallerimin hüsran olmasından korkuyordum. Yine aynı acıyı ruhumun kaldıramamasından korkuyordum. Ben bu düşüncelerde savrulurken, Yiğit’e gözyaşlarım içinde sadece başımı sallayarak cevap verebildim. Yiğit beni elimden çekerek göğsünde sabitledi ve Saçımı okşayarak, bir öpücük bıraktı. Ardından derin bir nefes aldı ve

“Bende “ diye itiraf etti. Sonrasında ise duraksayarak devam etti. Sesi sakinleştirişi bir ilaç kıvamındaydı.

“Bende korkuyorum güzelim. Ama yaşayıp göreceğiz. Elimizden gelenin en iyisini yapacak her şeye dikkat edeceğiz. Onun için korkunun bize bir faydası yok. Hayatımızın en güzel haberini sırf bu korku yüzünden doyasıya yaşayamamak daha acı verici.” Dediğinde ona daha sıkı sarıldım ve fısıldayarak,

“Gene bir şey olmasından korkuyorum.” Diye söylendim. Bu gerçekten acı vericiydi. Yiğit’te bana daha sıkı sarılarak,

“Hissediyorum güzelim. Hissediyorum bu sefer hiçbir şey olmayacak. Bu sefer onu kucağımıza alabileceğiz. Bu sefer ona sarılabileceğiz. Bu sefer odası boş kalmayacak eminim.” Dediğine onun bu umuduna sımsıkı sarıldım. İnşallah bu sefer öyle olacaktı. İnşallah bu sefer bebeğimi kucağıma alacaktım. Uyutabilecek, emzirebilecek, odasında oynatabilecek koklayabilecektim. Onun o cennet kokusunu içime çekebilecektim….

20 Eylül 2016 Salı

GECEMİN YILDIZI 45. BÖLÜM




"Sarhoşsun Hatun"

2 yıl sonra

O mükemmel düğünün ardından neredeyse 2 yıl geçmişti. Her şey mükemmeldi. Selim ile Elif güzel bir ilişkiye başlamıştı. Elif gerçekten çok zor zamanların ardından Selim ile bir olmuştu. Biz Amerika’dan geldiğimizde onun o solgun ve yorgun halinin nedeni hamile olmasıydı. Bu mükemmel bir haber olmasına rağmen çok kötü bir haber daha almıştık. Elif aynı zamanda göğüs kanseriydi. Hastalığı ikinci evresindeydi ve ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Hamileliğini Selim’e söyleyemiyor ve ilaç tedavisi olmakta istemiyordu. Tedaviye başlarsa bebeğin öleceğini de biliyordu.  Selim gerçeği bir şekilde öğrenmiş ve Elif’i çok iyi bir hastaneye yatırmıştı. Elif her ne kadar karşı çıkmak istese de bu kadar strese bebeği dayanamamış ve tedavisinden önce düşük yapmıştı. Bu nedenle de tedavisi anında başlamıştı. 1 sene içinde hastalığını atlatmış ve Selim ile evlenmişlerdi. Şu anda ise ikinci kez hamileydi ve sanırım bebekleri ikizdi. Henüz belli değildi ama doktoru ikiz olduğunu düşünüyordu. Öyle mutlulardı ki izlenmeye değerlerdi. Kadir, Bahar ile bir birlikteliğe başlamıştı. Her ne kadar her yan yana geldiklerinde bizler bayılacak gibi olsak ta çok tatlılardı. Kadir’i hiç bu kadar aşık görebileceğimi sanmıyordum. Harika bir sevgili olmuştu. Hatta harika bir koca olacaktı. Evet, Kadir Bahar’a evlenme teklifinde bulunmuş ve bu teklifte Bahar tarafından kabul edilmişti. Neredeyse tüm hazırlıklarını tamamlamışlardı ve 1 ay sonra evleniyorlardı. Tabi gelinlik seçimi esnasında Kadir kalp krizi geçirmeden bu süreci atlatabilirse. Bora Bey yakında buraya gelecekti ve Azra ise haftaya burada işe başlayacaktı. Bora Bey’in dönüşüne kadar fazlasıyla eğitilmiş olurdu. Gerçekten onun geri geldiği dönemi ve çektiklerini izlemek çok ama çok zevkli olacaktı. Yiğit’le ben izse kaldığımız noktadan çok daha ilerideydik. Şuanda ise mükemmel bir şekilde kahvaltı yapan, bu mükemmel adamı izliyordum. Sakinliğini bozmadan, gazetesini okumaya çabalıyor ve arada çayını yudumluyordu. Rubi ise onu çıldırtmak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Paçasını kemiriyor, hatta sürekli havlıyordu. Çok tatlıydı ama Yiğit bilerek ona bakmıyordu. Bu zevkli görüntüyü bozan ise hızla içeriye giren Kadir oldu. Burnundan soluyordu. Ve daha ne olduğunu bile sormadan,

“Ya kabul ediyorum. Kütüğüm. Hatta ayıyım. Ya tamam kıroyum” dediğinde Yiğit gür bir kahkaha atarken ben gülümseyerek,

“Bilmediğimiz ne oldu? Yani bunları biliyoruz.” Dediğimde ise daha da artan kahkahası arasından

“Güzelim” diye uyaran Yiğit’e aldırış etmeden konuşmaya devam edecektim ki kaşları çatık bana bakan Kadir neredeyse beni öldürecekmiş gibi gürleyerek,

“Ben neyi yanlış yapıyorum? Sadece bana ait olanları kimsenin görmesini istemiyorum. Bunun neresi yanlış” dediğinde kendine gelen Yiğit,

“Hiçbir yeri” dediğinde kaşlarımı çatarak tam bir şey söyleyecektim ki Yiğit

“Hiç heveslenme güzelim, açıklığın da bir kuralı var. Herkes görünce bana ait bir özelliği kalmıyor” dedi ve tüm çemkirmemi boğazıma tıkadığında söyleyecek kelime bulamamıştım. Kadir ise kendinden yana birini bulmuşluğun verdiği sevinçle saatlerce konuşmuş ve sonunda işe gitmeye karar vermiştik. Şu bir ayda bir geçse ve şunlar evlense sanırım hepimiz rahat edecektik.
……………………………….
Bu akşam Yiğit ile dışarı çıkacaktık. Yemeği dışarıda yeme kararı almıştık ve bu Kadir ve bahardan kaçmak için harika bir fikirdi. Kavgaları hiç bitmiyordu. Ve onların o kavga halleri arasında ise nefes alınmıyordu. Dolabımda benim için çok özel olan bir elbisem vardı. Yiğit’in bana aldığı ve ilk gecemi yaşadığım gece üzerimde olan kırmızı elbisem.  O elbisenin benim için yeri her zaman ayrıydı. Hem çok güzeldi hem de çok özel.
Kıyafetimi birazcık değişen kiloma rağmen giymiş ve aynada kendime bakıyordum. O geceki kadar kusursuz duruyordu. Ardından saçımı açık bırakmış, bu sefer daha koyu bir makyajla tamamlamıştım. Son düzeltmeleri de yapınca her şey mükemmeldi. Artık aşağıya inebilirdim. Çantamı alıp, yavaşça aşağıya indim. Salonda arkası bana dönük bir vaziyette Kadir ile konuşuyordu. Bu sahne o kadar tanıdıktı ki aklıma gelen anı ile sırıtmadan edememiştim. Ona arkadan yaklaşıp,

“Hazırım çıkabiliriz” dediğimde yine aynı o gün gibi yavaşça geriye döndü ve benimle göz göze geldiğinde duraksadığını fark ettim. Yine o kahve cenneti gözler beni tepeden tırnağa süzdü. Sonrasında ise yutkunarak,

“Çıkmayabiliriz de” dediğinde resmen kahkaha atmak gelmişti içimden. Anı bozmamak adına kendimi tutmaya çabalasam da arkadan panikle konuşmaya başlayan Kadir,

“Kesinlikle ve tartışmaya kapalı olarak çıkıyorsunuz! Bahar geliyor. Ve siz elinizden geldiği kadar da geç geliyorsunuz. Hatta gelmeyebilirsiniz de” dediğine de kendimi tutamamış ve kahkahalarla gülmeye başlamıştım. Kadir her ne kadar evlenme teklifi kabul edilmiş bir insan olsa da Bahar gerçekten çok prensipli biri olduğundan ona dokunamıyordu. Sanırım bu gece birkaç planı vardı ve bunları yerine getirebilmek adına Bahar’ın Rubi aşkını kullanıyordu. Her ne kadar düzelmiş olduğunu söylesem de serseri birkaç huyu vardı. Allah’tan evleneceklerdi yoksa onu parçalardım.
…………………..

Güzel bir restorandaydık. Boğazda, şık ve elit bir yerdi. Kesinlikle bizi yansıtmıyordu ama yine de özeldi. Güzel bir yemek eşliğinde, şarap ile birlikte yemeğimizi yiyorduk. Evliliğim boyunca ilk defa alkol almıyordum ama bu gece sanki tadı daha bir güzel geliyordu. Karşımda aşık olduğum adam ve İstanbul’un eşsiz güzelliği ile bu geçe fazlasıyla güzeldi. Gecenin ilerleyen saatlerinde içtiğim alkol kendini hissettirmeye başlamış ve sanırım dilimde dolanmaya başlamıştı. Bu durum Yiğit’in hoşuna gitmiş gibi benimle daha da gülümseyen, aşk dolu bakışlarla konuşuyordu. Hemen çaprazdaki masada 3 tane afet vardı. Ve o üç afet sürtük gözlerini benim olandan ayırmıyordu. Gecenin başında her ne kadar tahammül edebilsem de alkolün etkisiyle şu anda tahammül sınırında duruyorlardı. Bir an yerimden kalkıp, o tam ortada duran esmer sürtüğün saçını başını yolma gereksinimi duysam da şeytanın alkolün etkisiyle beni ele geçirmesine izin vermedim. Fakat o bu şekilde bakmaya devam ederse bu vermeyeceğim anlamına gelmiyordu. Bir ara fazlasıyla ateş bastığını hissettiğimde lavaboya gitme ihtiyacı hissettim ve tam da o anda yerinden kalkan sürtük masaya doğru yaklaştı. Şeytan, tırnaklarımın çıkmasın, dişlerimin bilenmesine sebep olurken ben sakin kalmak adına resmen savaşıyordum. Kadın masaya yaklaşıp, tiksindiğim bir ses tonunda

“ Yiğit Ertürk” diye seslendi. Sesi her ne kadar benim tiksinmeme sebep olsa da gayet otoriter, kendinden emin ve sertti. Tam bir resmiyet, tam bir ciddiyet vardı. Yiğit duyduğu sesle donup kalırken, yutkunup gözleri beni buldu. Sanki acı bir anı hatırlarmışçasına bakışları hüzünlendi ama sonrasında kasılan çenesi, kararan bakışları, tüm sertliğini yüklenen sesi ile

“Başak Tan” dedi ve benim resmen kanım çekildi. Bu Başak, o Başak olamazdı değil mi? O olsa bile bu güzel gecede hortlamış olamazdı yani. Diye düşünmeme kalmadan gözleri kadınla birleşen Yiğit’in elini yumruk yapışından bu Başak’ın, o başak olduğunu anlamam çokta zaman almadı. Lanet olsun güzel bir gece geçiriyorduk. Ve bu sürtük başka bir zamanda ortaya çıkabilirdi. Bu geceyi seçmesi gerekmiyordu. Yiğit ona kin dolu bakışlarla bakarken, Başak yarım ve özlem dolu bir gülümseme ile elini uzatarak,

“Baya zaman oldu. “ dediğinde Yiğit sadece eline bakıp, alaycı bir gülümseme eşliğinde

“Asır dahi olsa o elin acısını hiç unutmadım. Benim için hala yeni” dediğinde hüzünlenen bakışlarla kadının yıkıldığını gördüm. Başak çatallaşan sesi ile

“Sana pişman olduğumu defalarca söyledim. Neden anlamamakta direniyorsun” diye sitemle söylendiğinde bu görüntü karşısında sarhoşluğunda verdiği etkiyle hıçkırdım. Bu hıçkırık ile ikisinin de bakışları beni bulurken kızarmamak elde değildi. Hemen önümde duran şaraptan bir yudum daha alırken Yiğit kadına dönerek,

“Elbette pişman oldun. Bir bebek katili olduktan sonra ciddi bir kariyer sahibi oldun. Sonra evlendin. Kariyerin bitmek üzereyken bebek sahibi olmak istedin. Olamadığın için evliliğin bitti ve son zamanlarda kariyerine baya bir ara vermenden kaynaklı toparlanamıyorsun. Bunun o zaman ki düşüncesizliğinden olduğunu hissediyor ve seni affetmemi istiyorsun.” Dediğinde kadının yutkunarak, başını salladığını gördüm ve dayanamayarak

“Bu kadar adi biri olabilmek için özel bir çaban var mı?” diye sordum. Anında bana dönen bakışlarına daha da nefretle bakamaya başladım. Kadın,

“Ne zamandan beri tek gecelik ilişkilerin bu şekilde yanında konuşabiliyor” diye sordu. Benim gözlerime bakarak ama Yiğit’e hitaben. Beni kaideye bile almadan. Tüm bedenimin alev aldığını hissettim. Utançtan değil öfkeden. Yavaş ve sert bir duruşla ayağa kalktığımda Yiğit ile göz göze geldim. Gözleri yapacaklarımı fark etmiş gibi kocaman olunca gülümsemeden edemedim ve dilim dolanarak

“Şimdi bu sürtük, kendi sürtüklüğüne bakmadan bana sürtük mü dedi?” diye sorduğumda Yiğit derin bir nefes alarak başını hızla inanamıyormuş gibi salladı. Ben buna aldırış etmeden bir adım atarak Başak denen kadının yanına yaklaştım ve onu tepeden tırnağa süzdüm.
Koyu kahve saçları, bal rengine yakın gözleri ve kumral bir teni vardı. Kısa değildi. Benim boyuma yakın boylardaydı. İnce ve düzgün bir fiziği vardı. Yine de ondan uzundum onun içinde göz temasında yüksekte kalan bendim. Tiksinti ile ona bakarak,

“Hayatında kariyerinden başka bir şey düşünmeyen, insanların haklarını elinden alıp hak savunabilecek kadar karaktersiz olan sen mi bana sürtük muamelesi yapıyorsun?” diye sorduğumda Yiğit derin ve sıkıntılı bir nefes alırken lafa hala karışmamış olmasının verdiği cesaretle, dik durmaya devam ettim. Başak,

“Ben kimsenin hakkını elinden almadım” dediğinde sesimin nasıl çıktığına aldırış etmeden

“Aldın!” diye bağırdım. Bu tepkime Başak bir adım geri giderken öfkeyle

“Yiğit’in baba olma hakkını elinden aldın. Ondan izin almadan, ona haber vermeden. Onun olan hakkı elinden aldın! Anladın mı? Şimdi burada bu şekilde saçmalaman normal bir şey değil. Ve bende tek gecelik bir ilişki değilim. “ dediğimde anlamayan bakışlarla suratıma bakan kadına

“Eşiyim” diyerek karşılık verdim. Gözlerinin hayretle açılmasının bana verdiği zevki tarif etmem imkansızdı. O anda ayağa kalkan Yiğit hırlayan sesiyle

“Evet, Aylin Ertürk benim eşim ve Başak gitsen iyi olur” dediğinde zaferden dört köşe olabilirdim. Yiğit söylediğinde vaz geçip bir anda

“Ya da biz kalkıyoruz zaten, sana iyi eğlenceler” dediğinde ise sinirim bir anda yeniden belirdi. Neden kalkıyoruz? Neden biz kalkıyoruz, nereye kalkıyoruz. Hiçbir yere kalkmıyoruz. Bu kadın kalkacak. Ben hiçbir yere kalkmıyorum.  Heyyy neden havaya kalkıyorum? Diye sorduğumda görüş alanıma giren kalçalarla neye uğradığımı şaşırdım. Lanet olsun o soruların her birini sesli sordum değil mi? Diye düşünürken Yiğit

“Evet, güzelim!” diye bağırdı. Ardından susmam gerektiğini anladım ve dilimi tutmaya başladım. Ardından bir asansöre bindiğimizi ve hala baş aşağıda olduğumu fark ettim. Artık başım dönmeye midem bulanmaya başlamıştı. Duran asansörden çıkıp bir odaya girdiğimizde ise gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu. Ardından bedenim tekrar havalanıp, ayaklarım yere değdiğinde başım öyle bir döndü ki Yiğit’e tutunmadan edemedim. Yoksa çoktan yeri boylamıştım. Dilim dolanmış bir şekilde mırıldanarak,

“Neden eve gitmiyoruz?” diye sordum. Yiğit sakin çıkan sesi ile

“Kadir gelmeyin diye yalvarıyordu” diyerek karşılık verdi. Ben hızla

“Neden? Bahar’a ne yapacak?” diye sorduğum anda belimden hızla çekilmemle Yiğit’in göğsüne yapışmam bir oldu. Yiğit en tehlikeli ve en seksi ses tonunu takınıp,

“Bence sen, benim sana yapacaklarımı düşün” dediğinde ise nefesimin içimde kaldığını, çıkmadığını hissettim. Etrafa baktığımda her yerin kırmızı güllerle kaplı olduğunu ve döndüğünü fark ettim. Sonra ise Yiğit’e bakıp,

“Neden dönüyorsun?” diye sordum. Yiğit eğlenceli, alaycı, bıkmış ve sitemli bir ses tonu karışımında

“Çünkü sarhoşsun hatun!” dediğinde sadece kahkaha attığımı ve bu kahkahanın ardından gelen öpücük ile susturulduğumu hatırlıyorum. O kadar sarhoş olmuştum ki bedenimin ne istediğini ve ne yaptığını algılayamıyordum. Algıladığım, hissettiğim tek şey zevk, huzur ve mutluluktu

9 Eylül 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 44. BÖLÜM


Rüya Değil Gerçek

Bu gün cumartesiydi ve yataktan çıkmamak adına tüm bedenim bana resmen yalvarıyordu. Güneş ışıkları tüm bedenimi ısıtıyordu. Bu kadar yakıcı olduğuna göre sabah saatlerini çoktan geçmişti. Yatakta gerindiğim esnada koskoca yatakta tek başıma olduğumu fak ettim. Hızla açılan gözlerimle, yatakta doğrulup, etrafı taradım. Odada tek başıma olduğumu anlamam saniyeler almıştı. Neredeydi bu adam. Tam yataktan çıkacağım anda komodinin üzerine bırakılmış not dikkatimi çekti. Notu elime aldığım anda okumaya başladım.

“Melek gibi uyuyordun. İnan uyandırmaya kıyamadım. Birkaç işim var erken çıktım. Kadir’in Azrail’i olan Bahar ile randevusu var ve Rubi fazla ses çıkardığından minik sevgi yumağı bu günlük benimle beraber. Onun için saat 15:30 gibi bu adrese gelmen gerekiyor. Saat 15.00’ seni alması için bir araba gelecek ve sen soru sormadan hazırlanıp, binmen e buraya gelmen gerekli güzelim. Ayrıca kahvaltın hazır bir şeyler yemeden çıkma.” Diye yazmıştı. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. Buda neyin nesiydi şimdi? Ve içimden bir ses çok eğlenceli olacağını söylüyordu.
…………

Yataktan hızla kalkmış, duş almış, salona inmiş benim için hazırlanan kahvaltımı yapmış ve gelecek olan arabayı beklemeye koyulmuştum. Her geçen saniye daha da heyecanlıydı. Ve meraktan ölmek üzereydim. Tamda bu anda bahçe kapısından giren siyah bir araba ile yerimde doğrulup, çantamı aldım. Sonra ise sesli bir şekilde mırıldanarak

“Hadi bakalım, beni bu gün ne bekliyor?” diye söyledim. Sonrasında ise hızla kapıya doğru yürüyüp, kapıyı açtım. Karşılaştığım kişi 40’lı yaşlarda, güler yüzlü bir adamdı ve adam benimle karşılaşır karşılaşmaz

“Aylin Hanım?” diye emin olmak adına sorduğunda evet anlamında sadece başımı salladım. Adam gülümsemeye devam ederek arabanın kapısını açtı ve bende ona gülümseyerek arabaya bindim. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızla atıyordu. Her ne ile karşılaşacaksam bunun hemen olmasını diledim. Çünkü kalbin daha fazlasına dayanamayacak kadar heyecanlıydı.
………………

Uzunca bir sürenin ardından şilede güzel bir otelin önünde araba durdu ve hızla arabadan inan adam kapımı açarak benimde inmemi sağladı. Arabadan iner inmez beni kapıda karşılayan 2 bayan ile duraksadım. Bayanlardan biri, 35’li yaşlarda. Bir diğeri ise 20’li yaşlarda gibiydi. Gülümseyerek bana yaklaşan bayanlardan 35’li yaşlarda olan

“Aylin Hanım hoş geldiniz. Sizi içeriye alalım. “ diyerek beni otelin içine doğru yönlendirdi. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından büyük geniş ve içinde kuaför olduğunu anladığım insanlarla dolu bir odaya girdiğimizde duraksadım. Bayanlardan beni buraya yönlendiren ile göz göze geldiğimde tekleyerek

“Neler oluyor?” diye sordum. Kadın bana gülümseyerek,

“Size bilgi vermememiz söylendi. Yiğit Bey’in kesin talimatı. Sizin bunu söyleyince anlayış göstereceğinizi söyledi. Bende duyduklarım ile sabır etmem gerektiğini anlayıp sadece başımı evet anlamında salladım. Sonrasında herhalde bu akşam bir eğlence vardı ve şık olmam gerekiyor diye düşünüp beni bekleyen güzellik uzmanlarının bulunduğu yere doğru yürüdüm. Sandalyeye oturur oturmaz işe başlayan adamlarla gülümseyip bana yapacakları değişiklikleri izlemeye koyuldum.
………………..

Saçlarım açık dalgalı ve mükemmel duruyordu. Çok koyu bir makyajım yoktu. Dudaklarım açık renk bir ruj ile renklendirilmişti. Her şey mükemmeldi. Fakat eksik olan bir şey vardı. Bu makyaj, bu saç bu kıyafete fazlaydı. Ve ben yanımda her hangi bir kıyafet getirmemiştim. Gözlerim hemen arkamda duran ve gözleri ışıldayarak beni izleyen kadın ile buluştuğunda çekinerek.

“Bu kıyafete göre fazla abartılı olmadı mı?” diye sordum. Kadın daha da gülümseyerek hemen arkasında duran siyah bir kılıfın içinde duran elbiseyi göstererek,

“Sanırım bunun için değil.” Dedi ve beni bakmam için ayağa kaldırarak

“Dilerseniz biz çıkalım. Siz bir bakın ve giymenize yardım etmemizi isterseniz seslenmeniz yeterli. Giyince son rötuşlar için içeri geleceğiz dediğinde kalbim durmak üzereydi. Bu kadar gizem bana fazlaydı. Herkes dışarıya çıkar çıkmaz hızla kıyafetin asılı olduğu duvarın oraya gittim ve fermuarını hızla aşağıya doru çektim. O an nefesim kesildi. Gözlerim hızla dolarken ayaklarımın titrediğini kalbimin delirircesine hızla attığını fark ettim. Bu o gelinlikti. Dün giydiğim. Lanet olsun o iç geçirdiğim içinde olmaktan mutluluk durduğum gelinlik. Hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Bunca hazırlık. Bunca gizem her şey bir rüya için miydi? Benim rüyam için. Benim için. Dışarıdan gelen sesle duraksadım. Dışarıya çıkan bayan

“Aylin hanım her şey yolunda mı?” diye bağırdığında hızla kendimi toparlayıp,

“Evet “ diyerek karşılık verdim ve hızla elime aldığım gelinliği giymeye başladım. Fermuarı arkada olduğundan dışarıdakilerden birinden yardım aldım ve ağlamaktan berbat olan yüzümü temizlemelerine izin verdim. Sonra ise beni bekleyen diğer sürprizler için beklemeye heyecanımı dizginlemeye başladım. Herkesin içi bittiğinde beni beklenti dolu bekleyişle bir başıma bırakıp dışarıya çıktılar. Onlar dışarı çıkarken, içeriye giren Kadir ile gözlerim kocaman olmuştu. Kahrolası herif çok yakışıklı olmuştu. Her genç kızın aklını başından alabilecek kadar. Eminim ki onu bu şekilde Bahar görse bayılabilirdi. Bunu ona da

“Bahar’ın seni bu şekilde görmesi gerekiyor “ diye söyleyerek dile getirdim. Kadir çarpık bir gülümseme ile

“Gördü” diyerek karşılık verdiğinde ise şaşkınlıkla

“Tepkisi ne oldu?” diye sordum. Kadir kahkaha atarak

“Eminim bir yerlerden kelepçe bulabilse beni kendine kelepçelerdi. Zira eli kolumdan hiç ayrılmıyor. Bizi görenler sanırım yapışık olduğumuzu falan sanıyordur.” Dediğinde ise kahkaha atma sırası bendeydi. Sonra ise neler olduğunu sormak istedim

“Neler olduğu hakkında senden tüyolar alabilir miyim? “ diye sorduğumda ise Kadir

“Güzel şeyler” diyerek karşılık verdi. Sadece gülümsemek istedim. Öylede yaptım. Beni neyin beklediğini bilmiyorum ama küçük bir düğün yemeği olduğunu hayal edebiliyordum. Birkaç anımız olsun diye. Bu gerçekten çok güzeldi. İleride bakabileceğimiz gelinlik ve damatlık resimlerimizin olması niyetine. Harika düşünülmüş bir şeydi. Ve plan kusursuz işlemişti. Gelinliği görene kadar hiç ama hiç haberim olmamıştı. Kadir beni elimden tutup,

“Hadi seni götürelim” dediğinde onun söylediğinde uyup onunla beraber odadan çıkıp yürümeye başladım. Kocaman kapının orada durduğumuzda gözlerim içeriyi buldu. İçerisi kapkaranlıktı. Kadir beni omuzlarımdan tutarak,

“Bunan sonrasını tek gidiyorsun. Her adımın mutluluk için unutma” dedi ve karşılık vermeden hızla yanımdan uzaklaştığında kapıya dönüp, derin bir nefesin ardından bir adımda içeriye girdim. Kapkaranlık, hiçbir şeyin görünmediği odaya.

Adımı atar atmaz bir melodi yükseldi odada ve sonrasında kulaklarıma Sezen Aksu’nun seyirlik değil ömürlük olsun şarkısı doldu. Kalbim artık patlarcasına atıyordu. Sonra büyük bir ışık tamamen beni aydınlattı. Müzik devam ederken bir ışık daha yandı ve bu sefer karşımda olan kişi ile gözlerim tekrar doldu. Siyah bir takım, beyaz bir gömlek, içimi eritecek bir gülümseme ile hayatımın tek ışığı olan adam, Yiğit tam karşımda duruyordu. Elinde pembe çiçekler ile bütünleşmiş bir buket çiçek vardı ve bana doğru bir adım attığında benimde yürümem gerektiğini hissettim. Adımlarım titreyen bacaklarıma rağmen, düşmemem için savaşıyordu. Dört beş adımda dip dibe durduk ve gözlerime büyülü bir gülümseme ile bakarak,

“Çiçeğini unutmuşsun.” Dedi hıçkırıkla gülümseme arasında bir ses çıkararak, parmağımla elini işaret ederek

“Her zaman ki gibi sen unutmamışsın” diye söylendim. O esnada gülümseyen Yiğit,

“Söz konusu sen olunca, unutmak mümkün olmuyor güzelim. Hoş geldin hayatıma” dedi ve beni Sezen Aksu’nun şarkısında büyülü bir dans için kollarına aldı. Kendimi o büyüde kaybetmeye o kadar hazırdım ki bir anda tüm dünyadan kopup kendimi o büyülü bakışlara hapsettim. İçimden hıçkıra hıçkıra mutluluktan ağlamak gelse de sımsıkı sarıldım kalbimin atmasını sağlayan tek adama. Sarılırken fısıldadım kulağına

“Rüya gibi. Sanki bir rüyadayım.” Dediğimde Yiğit omzuma bir öpücük bırakarak,

“Rüya değil gerçek. Her şeyi ile her anı ile gerçek güzelim.” Dediğinde ona daha da sıkı sarıldım.

Mutluluk, her zaman çok uzakta değildir. İlla her acı bitmeyecek diye bir kuralda yoktu. Bir adam canını acıtırken, başka bir adam o acıları dindirebilirdi. Öylede olmuştu. Tüm acılarım, onca kederim bu adamın kollarında son bulmuştu. Bu gün geçmişime baktığımda, tek güzel şeyin Yiğit Ertürk olduğunu görüyordum. İyi ki o başvuruyu yapmış, iyi ki o görüşmeye gitmiştim. Şu anda üzerimde gelinlik pistin ortasında düğün olmasa bile bana yeterli olacak bu kutlamada adeta büyülenmiştim. Ta ki müzik bitip ışıklar ortalığı aydınlatana kadar. O an gördüğüm kişilerle gerçekten şok olmuştum. Bora Bey, Selim, Elif, Bahar Hasan bey ve eşi Melike Hanım. Tüm Yılmaz Holding çalışanları buradaydı. Gerçi burada olanlardan aralarında tanıdıklarım sadece bunlardı. Çok fazla misafir vardı. Kahretsin bunu beklemiyordum. Ben bu düşüncelerde şaşkınca bakınırken, Çağlar Bey yerinden kalktı ve Selim ile birlikte


“Beyler düğün sahibi olarak pisti boş bırakmak olmaz. Çifti yalnız bırakmayalım. Düğün daha yeni başlıyor.” Dediğinde ayağa kalkan tüm o baş döndürücü erkekleri ve yanlarındaki bayanları izledim. Elif hala gözüme bir hayli solgun geliyordu. Onunla hiç konuşma fırsatım olmamıştı. Ama kesinlikle konuşmayı hafızama kazımıştım. İkinci dans müziğinde birçok çift bize eşlik etmiş ve danstan sonra halay, oyun daha birçok eğlence yapılmıştı. Sonunda düğün bitmiş ve o gece o otelde kalmıştık. Yüzlerce fotoğraf çekilmiştik. Hepsinde gülüyor, dans ediyor, eğleniyorduk. Hayal edebileceğimden bile daha güzeldi. Bu gece, bu düğün, bu gelinlik ve yanımda olan bu adam hayal edebileceğimden bile daha mükemmeldi….. 

İYİ BAYRAMLAR, HEPİNİZE KEYİFLİ OKUMALAR.

6 Eylül 2016 Salı

GECEMİN YILDIZI 43. BÖLÜM

                                      ONU SEVEBİLİRDİM 

 Yatağın üstüne oturmuş, bana aşık olduğu kadını acı ve bir o kadar da sabırsız bir şekilde anlatmasını bekliyordum. Yiğit ise bir yerden ve doğru bir yerden başlamak için sessizce düşünüyordu. Sonrasında ise gözlerini gözlerime sabitleyerek,

“Üniversiteden mezun olduğumda ilk işlerim hep barodan oldu. Hep sorunlu ve maddi durumu olmayan müvekkillerin davalarına baktım. Yine benim gibi avukat olan ve ilk davalarını barodan alan bir avukat ile tanışmıştım. O zamanlar biraz daha kalbi olan bir erkektim.” Dediğinde nefesim kesilmişti. Bu konuşmanın canımı bu kadar yakabileceğini tahmin edememiştim. Yiğit derin bir nefes aldı ve konuşmasına daha sert bir ses tonunda devam ederek,

“Bir süre sonra aynı evde yaşamaya başladık. İyi, güzel ve hızla başarılı bir avukat olmaya başlamıştı. Bende Yılmaz holdingde devam etmeye başlamıştım. Başak her geçen gün daha da hırslı, daha da iş kolik olmaya başladı. Bir bakıma hoşuma gidiyordu. Ama sonralarda aramızda bir bağ oluşmamaya, gittikçe uzaklaşmaya başlamıştık. Kavga gürültü yoktu. Çünkü bir birimizi neredeyse hiç görmemeye başlamıştık ve ben artık yollarımızı ayırmaya karar vermiştim. İyi birer avukat arkadaş olabilirdik ama sevgili, aile olamayacağımızı anlamıştım. Bir gün banyoda duş aldıktan sonra çöpe bir şey atacakken, gebelik testini gördüm. Gebelik testi yapılmış ve test çift çizgiydi” dediğinde bir an çöktüm. Ne yani bir çocuğumu vardı? Lanet olsun Yiğit zaten bir baba mıydı? Sabırla Yiğit’in konuşmasını dinlemeye devam ettim. Yiğit elini yumruk yaptı ve öyle bir sıktı ki eli resmen bembeyaz oldu. Sonrasında sakinleşmek için derin bir nefes aldığı ve

“Öyle muhteşem bir duygu hissettim ki? Baba oluyordum. Bir aile kurabilir ve son nefesime kadar mutu bir insan olabilirdim. Başak’ı son nefesime kadar sevebileceğimden emindim. Ona elimden geldiği kadar iyi bir eş olacaktım. Mutlu olması için her şeyi yapacaktım. Babamın aksine ona hep değer veren ve değerli olduğunu hissettiren bir eş olacaktım. Tüm enerjimi onu aşkla seven bir adam olarak şartlandıracaktım. Ve mükemmel bir baba olacaktım. Tamamıyla mükemmel. Her defasında çocuğunun yanında olan ve onu asla unutmayan bir baba olacaktım.” Dediğinde gözlerimin acıdığını hissettim. Ne olmuştu? Ne olmuştu da bu hayal gerçekleşmemişti. Başak ölmüş müydü? Ya çocuğu? Neredeydiler? Diye düşünürken yutkundum ve titreyen sesimle

“Onlara ne oldu?” diye sordum. O yumuşacık ses bir sanda demir gibi çelikleşti ve

“Bahak, İngiltere’deki bir firmada avukat oldu.” Dedi. Ardından sesi çatallaşarak

“Bebek ise daha doğmadan öldürülmüş” dediğinde kanımın çekilmesine neden oldu. Ne demek öldürüldü? Bunu içimde tutamayarak, hayret dolu sesimle

“Kim öldürdü?” diye sordum. Yiğit, öfkeye karışan sesi ile

“Başak!” dedi ve benim konuşmama izin vermeden,

“Anne olmaya hazır değilmiş. İşinin doruğundayken bebeğin ona engel olmasına izin veremezmiş. Zaten onu sevmediğimi ve onunla çocuk için evlenmek zorunda kalmamamı istediğini, bunun gerekli olduğunu söyledi.” Dediğinde resmen dilim tutulmuştu. O şaşkınlıkla

“Ne yaptı?” diye sordum. Yiğit yutkunarak,

“Benim bebeği öğrendiğim gün oda öldürmek için hastaneye gitmiş. Ben sevincim ile yere göğe sığamazken, o kürtaj masasına yatmış. Ben ona nasıl evlenme teklifi edeceğimi haya edip ona yüzük seçerken, o içindeki bana ait canı çöp tenekesine atmalarına izin vermiş.” Dediğinde bir an kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Bunu bir anne adayı mı yapmış. Nasıl oluyor da içinde kendine ait bir canı, kendinden bir parçayı sır kariyeri uğruna yok edebiliyordu? Bu kadar cani nasıl olabiliyordu? Nasıl bunu yapabiliyordu? Yiğit fısıldayarak,

“Onu sevebilirdim. Onun kariyeri için, kendi kariyerimden vaz geçip, onunla beraber İngiltere’ye taşınıp orada yaşayabilirdim. Ona değer verebilir, iyi bir aile olabilmemiz için savaşabilirdim. Ama o benim soğuk olduğumu, kendisinin evlilik düşünmediğini, sert ruhumla bunu atlatabileceği mi söyledi.” Dediğinde gözlerime baktı ve

“Atlatamadım. Onu unuttum ama o gebelik testini hiç unutmadım. O sevincimi, o hayallerimi hiç unutmadım. Onu ve ona olan her geçen gün artan nefretimi de hiç ama hiç unutmadım. Bu yaşananların üzerine senin de benim duygularımı düşünmeden, bebek odasını toplamaya kalkman, beni hiç hesaba katmadan kendin için hareket etmen canımı fazlasıyla acıttı. Onun için saçmaladım güzelim üzgünüm” dediğinde bu sefer hıçkırığıma engel olamadım ve hıçkırarak Yiğit’in boynuna atılarak,

“Ben- be-n özür dilerim. Ben böyle acı çekeceğini anlamadım gerçekten. Özür dilerim. Yiğit” dediğimde bana sımsıkı sarılan kolların bedenimden hiç ama hiç ayrılmamasını diledim. Ne kadar acı çekmiş ve ne büyük hayal kırıklıkları ile savaşmış. Nereden bilebilirdim ki, aklıma nereden gelebilirdi ki. Onca yaşanan acıya bir acıda ben eklemiş oldum. Bundan sonrasında asla bu şekilde bir düşüncesizlik etmemeye o an oracıkta kendime söz verdim ve kalbi yaralı bu mükemmel adama sımsıkı sarıldım… tüm kalbimle, tüm benliğimle ait olduğum tek adama sımsıkı sarıldım…
………………..
Sabahın ilk ışıkları gözüme vurduğunda gülümseyerek uyandım. Uyandığımda yatağın boş olması beklediğim bir şey olmadığından hemen yatakta doğruldum ve balkondan gelen Yiğit’tin sesine kulak kesildim. Yiğit kiminle konuşuyorsa,

“Hayır, söylediğim gibi olacak. Hiç bir şey bilmeyecek ve listenin dışına da çıkılmayacak, ölçüleri size gönderirim.”  Dedi ve benimle karşılaştığı anda hızla

“Tamam, bunları hallettiniz zaman arayın diğer prosedürleri görüşelim” dedi ve telefonu kapadığında konuşmasına anlam verememiştim. Yiğit,

“Bir dava için güzelim erkencisin” diye açıklayım sorduğunda tedirgin bir sesle

“Sabahın 8'demi üstelik Pazar günü? “ diye sordum. Yiğit kendinden emin bir sesle

“ Duruşma pazartesi güzelim” dedi ve daha fazla soru sormama izin vermeden beni hızla kucakladığı gibi

“Bu sabah kahvaltıdan önce tatlıya ne dersin?” diye söylendi ve ben sadece kıkırdamakla yetindim. Ben kucağında çırpınırken Yiğit, yatağa doğru yol aldı. Her ne kadar kendimi anın büyüsüne bıraksam da aklımda telefon konuşması vardı…
…………..

Yataktan zorla da olsa kopup kahvaltıya inmiş. Kahvaltının ardından da şirkete gitmiştik. Uzun sürenin ardından fazlasıyla işim vardı ve bu işin gücün arasında Bahar’ın arkadaşı için gelinlik bakma telaşına beni de sürüklemesi istemine elimden geldiği kadar karşı koymaya çabalıyordum. Kızın düğün öncesi ayağında bir sıkıntı vardı ve ölçüleri benimle bir olduğundan gelinlik denemesinde benden yardım istiyorlardı. Bu delilikti. Hiç istemiyordum. Aslında ona yardım etmemeyi değil, hiç gelinlik giymeden evlenen biri için bir başkasının gelinliğini giymek dayanılabilecek durum değildi. Hiç biri bunu anlamıyor, boş yere ısrar ediyorlardı.
2 saatlik bir kafa ütülemenin ardından dayanamayarak kabul etmiş ve bahar ile birlikte soluğu moda evinde almıştık. Şuanda belki de 100 gelinliği giyiyordum. Her biri mükemmel olmasına rağmen, hiç biri beni yansıtmıyordu. Gelinlik hayalim her zaman prenses gelinlik olmuştu. Straplez, sade ve şık. Her genç kızın oluğu gibi benimde kendimi beyazlar içinde görme hayalim vardı. Evet, her geç kızın hayali olan bir adam ile evli olabilirdim ama bir gelinlik giymeyi, bir düğünüm olmasını en azından bir fotoğrafımın olmasını isterdim. Derin bir nefes aldım ve bir an fark ettiğim gelinlik ile gözlerim ışıldadı. Tamda aklımdan geçen gelinlikti. Hızla platformdan indim ve hızlı adımlarla gelinliğin yanına gidip,

“Bunu bir kez deneyebilir miyim?” diye sordum. Satışçı kadın gözlerime sen deli misin? Dercesine bakarken geriye dönüp Bahar ve arkadaşına

“Kusura bakmayın sadece 2 dakikamı almayacak. Çok beğendim içimde kalmasın üzerimde görmek istiyorum.” Dediğimde kızlar, ilk önce birbirlerine gülümseyerek baktılar. Sonrasında ise bana bakıp gülümseyerek

“Hiç sorun değil” dediklerinde hızla kabine girip, üzerimdeki bu aşırı süslü, kabarık ve gereksiz taşlı gelinlikten kurtulup, elimde askıda duran ve sadeliği ile şıklığını ön plana çıkaran gelinliği giymeye başladım.
………………….

Hiçbir elbise bir bayanda bu kadar güzel durmaz. En çirkin kız bile bir gelinliğin içinde melekler kadar güzel olabilirdi. Hayatımda giydiğim hiçbir elbise bu kadar mükemmel, bu kadar kusursuz olmamıştı. Sade ve şık. Rüya gibi. Aynada üzerime giydiğim gelinliğe bakıyordum. Bu gerçekten çok güzeldi. Onu onaylarcasına Bahar

“Bu gelinlik harika!” diye şakıdı resmen. Bense ona dönerek,

“Kesinlikle alacağım tek gelinlik olurdu. Onun için bunu üstünde bir denemelisin” dedim ve kızın gözlerindeki gülümsemeyi gördüm.  Ve içimdeki burukluğu hissettim. Bu gelinliği ben giymek isterdim… Bu gelinliği giyebileceğim bir düğünüm olsun isterdim.
………………..
Yorucu bir gündü. Yorucu ve imrendiriciydi. Her ne kadar imrenilecek bir evliliğe sahip olsam da, imrendiğim bir sahneye şahit olmuştum. Hiçbir zaman kendim için şahit olamayacağım bir sahneye. Gün bitmiş ve eve gelmiştim. Mutlu bir şekilde yemek yemiş salona geçmiştik. Herkes kendi halindeydi. Rubi bile. Kadir telefon da, yiğit, şaşılacak derecede telefonda vakit geçiriyordu. Sürekli bir yazışma ve anlamadığım kadar garip konuşmalar. Yeni bir dava almış olmalıydı. Fazlasıyla gergin, fazlasıyla programcıydı. Ama ben bunlara kafa yoramayacak kadar yorgun ve uykusuzdum. Artık uyumak istiyordum ve öylede yaptım. Odama çıktım, üzerimi değiştirdim. Ve uykuya dalmak için yatağa girdim. Yatak öyle huzurlu ve rahat hissettirdi ki hemen uykuya dalmaya başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra yatağa gelen Yiğit, bedenime sarılıp beni kendine çekip, saçlarımın üzerine bir öpücük bırakarak

“Yarın olanları umarım beğenirsin güzelim” diye fısıldadı. Bedenim bunu sorgulayacak, herhangi bir soru soracak kadar bile enerjiye sahip değildi. Uyku tamamen bedenimi ele geçirdi ve huzurlu kollarda huzurlu bir uykuya daldım. Yarın beni bekleyen her ne varsa, yarına kadar beklemeliydi.



2 Eylül 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 42. BÖLÜM

                 
                                                          “BAŞAK KİM?”
Aylin
Aşk nasıl bir şey diye sorsalar bana, ne derdim bilmiyorum. Ta ki bu kollarında kaybolduğum adamı tanıyana kadar. Aşk güvendir. Aşk büyüdür. Aşk huzurdur. Nefes almak yaşamak. Yanında bir kule gibidir. Geceler onunla olduğun yatakta karanlık değildir. Korku hep uzağındadır. Umut her şeyde vardır. Hayal kurmaktan korkmazsın. En önemlisi de. Hayallerin gerçek aşk içinse her zaman gerçek olur. Hayatta hiçbir zaman mutlu olamayacağımı düşünürdüm ben, ama öyle değildi. Yani en azından yiğit gelene kadar…
Ofisten çıkmamız, eve gelmemiz, kendimizi şehvetin kollarına bırakmamız sadece dakikalar almıştı. Kocaman bir ev, yine kocaman bir yatak odası. Kocaman bir yatakta birbirimize sarılmış uyuyorduk. Ya da en azından Yiğit öyle yapıyordu. Seviyordu. Her şeyimle, her şeye rağmen. Bende onu seviyordum bu mükemmel sertlikteki aşk dolu adamı gerçekten çok seviyordum…  Öyle derin ve huzurlu uyuyordu ki ona bakmaya doyamıyordum. Yüzünün keskinliği ama aynı zamanda çekiciliği göz kamaştırıyordu. Sonra bir şey oldu. Huzurla uyuyan suratı kasıldı. Kaşları şiddetle çatıldı ve bir anda yüksek bir sesle

“Lanet olsun Başak neden!!!” diye haykırarak yerinde sıçradı. Başak? Ne neden? Bir an nerede olduğunu anlamak istercesine nefes nefese odayı bakışlarıyla taradı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Gözleri korku dolu bakışlarla gözlerimi bulduğunda ise duraksadı. Bedeninde gözle görülebilecek bir rahatlama belirdi ve kendini yatağa bıraktığında derin bir nefes verdi.  Yüzü ter içinde kalmıştı. Üzerine doğru eğilip, elimi yüzüne yerleştirerek

“İyi misin?” diye sordum. Sadece başını evet dercesine sallayarak cevap verdiğinde şu anda kim? Ne? Nasıl? Neden sorularının yeri değildi ve çenemi kapalı tutarak yanağına bir öpücük bıraktım. İçimden bir ses,

“Başak kimdi? Eski sevgilisi mi? Hala rüyasında görüyorsa ne yaşamışlardı?” diye fısıldayıp duruyordu. Aklımdan geçenlerle dilim resmen savaşıyordu.
…………………………………

  Yaklaşık bir hafta Amerika’da mükemmel bir şekilde geçmişti. New York sokaklarını Yiğit ile gezmiş, bu şehirde her ne kadar yorulsam da, bir o kadar hayran kalmıştım. Fazlasıyla büyük binalar, fazlasıyla çok insanlar vardı. Hiç biri bir diğeri ile ilgilenmiyordu… Lüks restoranları,  korkutucu denizi vardı. Ama her şeyi ile artık geride kalıyordu. Yiğit İle hava limanındaydık. İstanbul’a geri dönüyorduk. Birbirimizden koptuğumuz o sıcacık mutlu evimize dönüyorduk. Rubi ve Kadir’i de fazlasıyla özlemiştim. Bu düşüncelerimi bozan yine bir uçağa biniş anonsuydu ve bu anons bizim içindi. Yiğit burnumun ucuna bir öpücük bırakarak,

“Hadi evimize dönelim artık” dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Onunda evimizi özlemesi beni çok mutlu etmişti. Yürürken koluna girmiştim ve kulağına doğru eğilerek,

“Eminim Rubi’de seni çok ama çok özlemiş olmalı” dediğimde gülümseyen Yiğit,

“O beni çok aldattı. Onun için özlemesini kabul etmiyorum. “ dediğinde ise bu sefer ben kahkaha atmamak için savaşmıştım . Yiğit, bu halime bakarak,

“Yalan mı? Bora, Selim ve eminim ki şu anda da Kadir ile uyuyordur.” Dediğinde yanağına bir öpücük bırakarak,

“Eminim onunla uyumaktan haz etmiyordur. En son beraber uyuduklarında boğuluyordu.” Dedim.  Yiğit ne demek istediğimi anlamak istercesine suratıma bakarken, hızla

“Gece yatağında yatmış. Kadir de dönerken altına almış. Acı hırlaması olmasaydı ve ben duymasaydım. Kesin boğulurdu.” Dediğimde gözlerimin nasıl baktığının farkında bile değildim. Bu bakışıma Yiğit,

“Bu bakışlardan anlıyoruz ki hemen arkasından Kadir’de boğularak ölebilirmiş.” Dediğinde ise sırıtarak

“Kesinlikle” dedim. Sonrasında kontrollerimizi yapmış, uçağa yerleşmiş, üstelik kalkışı da gerçekleştirmiştik. Uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Aklımda tek soru vardı ve ona nasıl soracağım konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Sorsam konuşur mu? Tepki gösterir mi? Diye endişeleniyordum. Ama Başak denen kadının kim olduğunu, neden Yiğit’in rüyalarında yer aldığını bilmeden rahat edebileceğimi de düşünmüyordum.
……………………..

Uçak havalanalı yaklaşık 3saat olmuştu. Sabah erken saatlerde kalktığımızdan ikimizde bir süre uyuklamıştık. Ta ki kahvaltı için servisler başlayana kadar. VİP bölümünde olmanın verdiği rahatlıkla keyifli bir yolculuk yapıyorduk. İkram olarak uzatılan sallama çaya tiksinti ile bakan Yiğit mırıldanarak,

“Kendi ülkemin çayını alıp bu şekilde rezil bir ürün olarak göndermelerinden ve üstelik birde bunu alanlardan gerçekten nefret ediyorum.” Diye söylendi. Bu cümleyi kavrayamayarak,

“Ne?” diye sordum. Yiğit bu soruma karşılık, eline kendisine uzatılan sallama çay poşetini alıp, bana açıklamak istercesine göstererek,

“Bunun içindeki çaylar, Rize’de toplanıyor. En iyi şekilde işleniyor ve yurt dışına gidiyor. Ardından orada bu şekilde iğrenç poşetlere koyulup, ülkemize iki katı paraya satılıyor. Ve ülkemizdeki insanlarda bunun için Pazar oluşturuyor.” Dediğinde ne söylemek istediğini anlamış ve üzülmüştüm. Çayı geri vererek içmedi. Kahvaltıyı sandviç ile yapıp, sessizliğe gömüldüğümüz anda yine aklıma gelen soru ile dişlerimi sıktım. Kimdi bu Başak? Soramazdım.  Ya da ben sormamalıydım. Duyduğumun farkında, kendi uygun zamanda açıklamalıydı. Ama bu uygun zaman gelene kadar da çıldırabilirdim… Eminim Yiğit’in en çok hoşuna gidende bu olurdu.
………………….

İstanbul, havası her ne kadar berbat, trafiği her ne kadar cehennem, insanları her ne kadar aceleci olsa da, dünyanın hiçbir metropol şehrine değişmezdim. New York kadar mekanik bir şehir olamazdık elbette ama sıcacık bir şehrimiz vardı. Uçaktan çıkıp valizimizi almış, çıkışa doğru yürümeye başlamıştık.
Valizler elimizde çıkışa gelmiştik. Kapıda bizi bekleyen Selim ile göz göze geldiğimde beni uğurlayan adamdan eser kalmadığını gördüm.  Bu gerçekten çok güzeldi. Selim bize doğru yaklaşırken hemen arkasından çıkan Elif ile benimde yüzüm aydınlandı. Onu uzun süredir görmüyordum ve fazlasıyla solgun görünüyordu. Elif bana, selimde Yiğit’e sarılırken, Elif’in kulağına

“Çok bitkin görünüyorsun” diye fısıldadım. Elif sessizce

“Yorgunum ondandır” dediğinde anında duraksayan Selim ile göz göze geldik. Sinirli, hatta öfkeli bir yüz ifadesindeydi.  Biraz sert çıkan ama sesinin tonunu ayarlamış bir şekilde

“On gündür neyin yorgunluğu anlamadım. Neden bir doktora gitmemek için dirediğini anlamıyorum.” Dediğinde ise Bana sarılı bir şekilde duraksayan elif derin bir nefes vererek, artık bu sorudan sıkıldığını, hatta bıktığını belli edercesine,

“Yoğun çalışıyorum doktorluk bir durum yok” diyerek karşılık verdi.  Tepkisi ile bir tezatlık oluşturan görüntüsü arasında sıkışıp kalmış bir ses tonu vardı. Sanki yolunda gitmeyen bir şey vardı ve bunu söyleyemiyormuş gibiydi. Onunla bu durumu konuşmayı aklımın bir kenarına yazarken, Yiğit ile göz göze geldim. Onunda kaşları çatılmıştı. Selim’in bu hareketleri çokta normalmiş gibi görünmüyordu.
………………

Hava limanındaki kısa merhabalaşma sona ermiş ve eve gelmiştik. Evde Rubi ve Kadir ile karşılaşmış, Rubi’nin tatlılığında huzur bulmuş ve dinlenmek için odamıza geçmiştik. Odaya girdiğimiz anda gözlerim yatağı bulmuştu. Ne kadar zor 2 hafta geçirmiştim ben bu yatakta. Ne kadar soğuk ve acı verici. Hepsi geçmişti. Hepsi geride kalmış ve artık bu yatakta beraber uyuyacaktık. Aklımdan geçenleri okumuşçasına elini yüzüme yerleştiren Yiğit, derin bir nefes alarak,

“Biliyorum.” Dedi ve konuşmama izin vermeden devam etti.

“Zordu. Bir daha olmayacak. Benim içinde fazlasıyla zor geçti. Saçmalık olduğunu biliyorum ama iyide oldu. Senin olmadığın bir zamanda, neresi olursa olsun, yaşanmıyor. En az senin kadar acı ve zor zamanlar geçirdim. Hakkımda az şey bildiğini biliyorum.” Dedi ve sustuğunda fısıldayarak,

“Anlat” dedim. O an yutkunduğunu gördüm. Yiğit benim için hep güçlüydü. Güçlü ve acısız. Belli oluyordu bir şeyler yaşadığı ve bunu anlatmama nedenleri olduğunu da fark edebiliyordum. O konuşmazken bu sefer aklıma gelen Başak kim sorusu bu sefer

“Başak kim?” diye fısıldanarak çıktı. İstemsiz, engelsiz çıkan bu soru ile gözleri kararan Yiğit elini yüzümden çekerek,


“Beni kadınlardan, aşktan soğutan tek kişi” dediğinde kalbimin acıdığını hissettim. Daha önce aşık olduğunu bilmiyordum. Ya da aşık olabileceği bir kadının olduğunu. Bu his içimin yanmasına sebep olmuştu. unutmadığı, nefret edebilecek kadar sevebildiği bir kadın mı vardı. Hala rüyalarına giren, pişmanlıkla yanım kavrulmasına neden olan bir kadın?... İçimde ve aklımda savrulan sorular beni kavururken, sadece anlatması için gözlerine baka kaldım. Aşık olduğu kadını anlatmasını, ondan neden nefret ettiğini anlatmasını istiyordum…

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Gecemin Yıldızı 41. Bölüm


                                                    “EMİN OLABİLİRSİN”

YİĞİT’TEN

İğrenç bir gün daha. İğrenç ve sıkıcı. Bu büyük yatakta Aylin’de olmalıydı. Ona sarılarak, boynundan öperek ve onunla sevişerek güne başlamalıydım. Deri bir nefes aldım ve beni bekleyen sıkıcı prosedürleri halletmek için New York’ta olan ve şirkete sadece yürüme mesafesinde bulunan Bora’nın evinde bu koca yataktan kalktım. Duş aldım. Üzerimi değişip, odamdan dışarıya çıktığımda, kahvaltı masasında oturan bora ile göz göze geldim. Lanet olsun nasıl oluyordu da dün geceki o eğlencenin ardından bu kadar zinde kalkabiliyordu. Şaşılacak şeydi. Bünyesine hayrandım. Dün akşam Bora ve buradaki patron arkadaşlarıyla dışarıya kafa dağıtmak adına çıkmış ama 1 saat içinde geri gelmiştim. Fazlasıyla içkili ve bir o kadar da kadın yoğunluğu vardı. Bora gülümseyerek,

“Günaydın kaçak” diye seslendiğinde derin bir nefes alarak,

“Günaydın pislik “ diyerek karşılık verdim. Gerçekten pislik herifin ta kendisiydi. Masaya yaklaşıp tam oturacağım esnada masaya baktım. Masada her şey vardı. Peynir, omlet vs. ama yüzümü ekşittim. Lanet olsun Aylin’in hazırladığı kahvaltıları özledim. Onun o sıcacık gülümsemesini, hazırladığı sandviçleri bile özledim. Bakışını gülüşünü özledim. Gözlerim kolumdaki saate gittiğinde saatin çoktan 8:30 olduğunu fark ettim. Türkiye saatine göre kesinlikle uyumuş olmalıydı. Derin bir nefes verip, önümdeki kapaktan bir dilim peyniri ağzıma attım. Sallama çay, lezzetsiz kahvaltı. Tamamen içimi karartmıştı. Oflarken Bora ile göz göze geldim. O keskin rahatsız edici bakışları gözlerimden bir saniye bile ayrılmıyordu ve bu beni gerçekten çok geriyordu. Pisliğin haklı olması da canımı fazlasıyla sıkıyordu.  Bora,

“Onu özlüyorsun. İçin içini yiyor ve gerginlikten öleceksin. “ dediğinde içimde bir yerler de kalbimi sıkan nefes almamı engelleyen bir şeylerin olduğunu hissettim. Kravatımı gevşetip, sert bir sesle

“Evet özledim. Lanet olasıca çeneni kapa artık. Ona çok kızgın olsam da onu deli gibi seviyorum. Evet özlüyorum.” Dediğimde küçük bir sırıtmayı beklemiyordum.  Bu gün öğrenmesi gerekeni fazlasıyla öğrenmişti. Onun için konuşmaya devam etmenin bir mantığı yoktu. Masadan kalkıp,

“Ben şirkete geçiyorum.” Dedim ve hızla yürümeye başladığımda Bora alaycı bir sesle

“Ben geç geleceğim, bir arkadaşımı almam gerekiyor” dediğine sadece derin bir nefes aldım. Gözlerine alaycı bir tavırla bakarak,

“Burada ki şirket istenilen kıvama gelmediği sürece senin İstanbul’a dönmeni onaylamaması için Hasan amcayı sonuna kadar fişekleyeceğimden emin olabilirsin. Buraya fazlasıyla yatırım yapıldı ve henüz gelişme sürecinde” dediğimde hala suratıma sırıtarak bakması katlanılacak bir olay değildi. Bora sırıtmasına devam ederek, sandalyeden kalktı. Elindeki peçete ile ağzını silip, portakal suyunun son kalan yudumunu içip yanıma kadar geldi ve

“Buradan İstanbul’a döndüğünde en azından geride işime yarayacak birkaç eleman bırak daha şimdiden 4 elemanın istifa ettiğini duydum. Üstelik tamamı hukuk departmanından” dediğinde gözlerine dik dik bakarak,

“Sadece işlerini yapmaları gerekiyor. Erkek avcılığı değil. Elemanlarını işe alırken, mesai yapabileceklere dikkat et.” Dediğimde Bora kaşlarını çatarak,

“İstifa eden tüm elemanlar 8 saat mesai yapıyordu.” Dediğinde sinirlenerek,

“mesailerini masanın sandalyesine oturarak yapmaları gerekiyor. Üstünde oturarak değil. “ diye söylendim. Bunu duyduğunda kahkaha atan Bora,

“Yiğit ve prensipler. Tamama her neyse en azından birkaç tane geride bırak” dediğinde sıkıcı bir nefes alıp verdim ve

“Nasıl biliyorsan öyle yap. “ deyip hızla yanından uzaklaştım. Pisliğin arkamdan kahkaha atmasına gri dönüm o suratının ortasına sıkı bir yumruk atmak istesem de şeytanı başımdan def edip otoparktaki aracıma binmek üzere kapıya yöneldim.
………………………………………………

İstanbul’da trafik olduğunu iddia eden insanların buradaki trafiği görmeleri lazım. Araba milim ilerlemiyor. Evden yürüyerek işyerine girmeyi deneseydim, eminim ki şu anda masamda olabilirdim.  Sıkıcı ve yorucu bir trafik vardı. Gerçi İstanbul’da da böyle hissediliyordu. Fakat o zaman arabanın içinde Aylin olurdu. Kokusu beni her zaman sakinleştirir, iyi hissettirirdi. Lanet olsun gömleğini değil parfümünü yanımda getirmem gerekiyordu. Aylin beni bu trafikte mutlu edecek gülümsetecek bir şeyi mutlaka bulurdu. Şimdi ise bu iğrenç trafikte, saçma sapan bir ülkede, sadece kendini düşünen insanların arasındaydım. Kahretsin burada ne yapıyordum ben. İçimden bir ses, bu haykırmama

“Salaklık!” diye karşılık verdi. Evet, salaklık yapıyordum. Burada resmen salaklık yapıyordum. Benim ona çok sinirli olsam da, çok kırgın olsam da Aylin’in yanında olmam gerekiyordu. Geri dönmem ve o evde onunla olmam gerekiyordu. Bu halimden kurtulmam gerekiyordu. Herkes başak gibi olamazdı. Hele Aylin hiç. O onu sevdiğime inanıyordu. Beni seviyordu. Benimle bir ömür yaşayacak ve tekrar çocuğumuz olacaktı.
……………………..
Sonunda trafikten kurtulup, şirkete girmiştim. Etrafımdaki kadınların, şehvetli ve davetkar bakışları gerçekten rahatsız ediciydi.  Parmağımdaki yüzüğü göremeyecek kadar basit insanların olması sinir bozucuydu. Onun için kimseye bakmamaya özen göstererek ofisime doğru yürüyüp,  hızla ofise girdim. Masama geçtiğimde tüm evraklara bakıp derin bir nefes alıp verdim. Bu evrakların iki haftalık işi vardı. Hemen geriye dönmek istesem de bu imkansızdı. Aylin ile beraber gelmek istemiştim. O kahredici olay olmasaydı şu anda onunla beraber burada olacaktım. Eminim ki daha önce benimle beraber Bursa’ya gelişi haricinde İstanbul’dan dışarıya çıkmamıştır. Onun içinde değişik bir seyahat olabilirdi…. Bu düşüncelerin sonu yoktu. Saat henüz 9:00 olmuştu. İşe başlayıp, bu işlerin hepsini sonuçlandırıp, hemen Türkiye’ye dönmem gerekiyordu.
…………
1 saat sonra
Bu kadar davanın olması ve bu kadar evrak kaybının olması gerçekten saçmaydı. Bora gerçekten sandığımdan da düşüncesiz davranıyordu. Aklının hala geçmişindeki hatada olduğu kesindi. Ama kendini bulmazsa önüne sunulan şansı tepebilirdi. Azra günün birinde ona bir şans vermeye karar verirse onun bu kişiliği bunu engelleyecekti. Prensibi olmayan bir adam düzeldiğini ispatlayamazdı. Bu düşüncelerde kaybolurken midemin yanmasına yüzümü ekşittim. Sabah bir şey yemediğimden kahveye yüklenmiştim. Oda sonunda midemi yakmıştı. Bu asistanın getirmesi gereken evraklar henüz gelmemişti. Zaten bitirebildiğinden de emin değildim. Sonunda kapı ürkekçe çaldığında bunun Jessica olduğunu anladım ve derin bir nefes alarak

“Gel” diye bağırdım. Birkaç saniyenin ardından kapı açıldı. Kız fazlasıyla ürkekti ve ona baktığım anda eli ayağına dolanıyordu. Onun bu saçma sapan haline dayanamadığımdan ona hiç bakmadan elindeki evrakları bırakmasını istiyorum.” Masamın yanına kadar geldiği de burnuma dolan koku ile afalladım. Aylin’e has kokuydu bu koku. Artık kafayı yiyor olmalıydım. Artık özlem fena zorluyor olmalıydı. Diye düşünürken tam önüme bırakılan sandviç ile resmen nefesim kesildi. Buradaydı. Başımı yavaşça yukarıya kaldırdım. Gözleri o yeşil cennetinde kaybolduğunda kalbim hızla atmaya başladı. Onu ne kadar özlediğimi o gözlerde kaybolduğumda anladım. Şu iki hafta da ne kadar da aptallık etmiştim. Ürkek bakışları benim ne söyleyeceğimi nasıl tepki vereceğimi kestiremediğindendi. Titrediğini fark edebiliyordum. Biraz ona işkence çektirmek hoşuma gidiyordu. Nede olsa bu ayrılığın sebebi kendisi olmuştu. Yavaşça yerimden kalkarken, refleks olarak bir adım geri gitmesine gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Bu tavırlarını, bu bakışlarını, bu kokusunu lanet olsun onu çok özlemiştim. Ayağa kalkmamla Aylin’in kekeleyerek,

“ Be-ben şe-y sandviç-leri -mi özlemişsindir diye düşündüm” demesini içimdeki arzular ve bedenim dayanamayarak aradaki mesafeyi kapatıp onunla burun buruna geldim. Ciğerlerime dolan kokusunu daha da içime çektim. Bu koku fazlasıyla baş döndürücüydü. Resmen bağımlı gibi kendine hapsetmişti. Tekrar gözlerimi açmamla Aylin’in bakışlarına hapsolmam bir olmuştu. Kontrolüm dışı kelimeler ağzımdan

“Özlediğim sandviçlerin değil” diye bir cümle çıktığında, bakışlarım dudaklarına kaydı. Dolgun, titrek ve davetkar. Titreyen sesi ile tekrar

“Ne?” diye sorduğunda artık dayanamayacağımı fark ediyorum. Ellerim kontrolsüzce beline dolanıyor, onu hızla çekip dudaklarım özlediğim dudaklar ile buluşuyor. İşte bu. Özlediğim buydu. Bu dudaklar, bu ten, bu koku, bu ses ve bu masumluk. Her biri ayrı ayrı özlenmeye değerdi. Tüm bedenim canlanmasına yetecek kadar arındırıcı, tüm ruhumu iyileştirecek kadar huzurlu. Büyülü bir tattı dudaklarındaki. Bağımlısı olduğum bir büyü. Onu nefessiz kalana kadar öpüyorum ve dudaklarımı dudaklarından çekmemek adına resmen savaşıyorum.  Elleri boynuma dolanırken, ciğerlerimin nefessizlikten yanmaya başladığını hissediyorum. Onunda aynı acıyı çekeceğini fark edip dudaklarımı dudaklarından zorda olsa ayırıp, gözlerim kapalı bir şekilde alnımı alnına dayıyorum. İkimizde nefes nefeseydik. Anın verdiği şokla

“Aylin” diye fısıldıyorum.  Bu inanılmaz bir şeydi. Kontrol manyağı biri değildim ama nerede durmam gerektiğini her zaman bilir ve kendimi kontrol edebilirdim. Bu nedense bu hatunda işe yaramıyordu. Ben hayatımda bedenimin bu şekilde hissettiğine hiç tanık olmamışım. Ruhum canlanmıştı resmen. Gözlerimi açmamla gözleri dolu dolu olmuş bana bakan Aylin ile karşı karşı ya kaldım. Lanet olsun bir hatuna ağlamak bile yakışır mı? Ağlamak bile bir kadında bu kadar hoş, bu kadar seksi durur mu? Benim hatunumda dururdu. Ellerim belinden yüzüne çıkarken, yüzlerimiz arasında bir boşluk bırakarak gözlerine baktım. Aylin titreyen sesi ile

“Yiğit özür dilerim  ben..” dediğinde ne söylemek istediğinin farkındaydım. Onun için hızla dudaklarına bir öpücük daha bırakıp susmasını cümlesini tamamlamamasını sağlıyorum. Bu durumda ikimizde haksız ve hatalıyız. O odayı kaldırırken hata yaptı. Ben ise Amerika’ya kaçmakla hata yaptım. Onun için onun o melek ama yorgun yüzüne gülümseyerek,

“ikimizin de aptal olduğunu söylüyor, bu konuyu burada kapatıyorum güzelim. Üstelik açılmamak üzere kapatıyorum. Anlaşıldı mı?” diye soruyorum. Yorgun yüzü şaşkınlık ifadesine büründüğünde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Bu halimi belli etmiş olmalıyım ki çatılan kaşları ile

“Tam bir çelik adamsın. İlla kabuğunu kırman için buraya gelmem mi gerekiyordu? Anladın madem neden aramadın? Neden bir tepki vermedin? İki haftadır içimin nasıl yandığını biliyor musun?” dediğinde bu çemkirmeye daha fazla dayanamayıp, dudaklarına ateşli bir öpücük bırakıp susturdum.  Sesi bir anda kesilen Aylin, sıkıca yumduğu gözleri ile gerçekten muhteşem görünüyordu. Dudaklarımı dudaklarından ayırdığımda, gözlerine şehvetle bakarak

“o yangını söndürebileceğimden emin olabilirsin güzelim” dedim. O yeşil cenneti kocaman büyüyerek açıldığında bedenimin huzurla dolduğunu hissettim. Mutluluk ilacı gibiydi. İçince ağrın kesilen ilaçlar gibi, kana karışan uyuşturucu gibi. Tam bir aşktı. Bu hatunu gerçekten seviyordum. Ve bu bakışlarıyla beni huzura boğan hatunda beni seviyordu. İlkti. Karşılıksız, sadece ben seven bir aşk…
Gözlerime şaşkınlıkla bakan Aylin’in kolunu kavradım ve uykusuzluktan ölmek üzere olan bedenini dinlendirmek adına eve götürmeye karar verdim. Tam kapıyı açıp, dışarı çıktığım anda karşılaştığım ve pislik sırıtmasıyla gözlerimi gözlerine diktim. Tam bir gıcıktı. Tam bir serseriydi ve tam bir dosttu. Bu yaptığına bir misilleme yapacağım kesindi. Fakat şimdi bir şey söylemeden karşısından gitmem imkansızdı. Onun için Aylin’in eli elimde Bora’ya doğru eğilip,

“İstanbul’a döndüğünde, Azra’nın karşısındaki çırpınışlarını zevkle izleyeceğim kardeşim. Ve o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.” Dediğimde o keyifli sırıtışının solması tamamıyla zevkli bir duyguydu. Hatta mükemmeldi…. Aylin elimi sıkarak,

“Yiğit!” diye haykırırken ona dönerek,

“Söyle hatun?” dediğimde yutkunmasının verdiği zevkse paha biçilemezdi. Anlık duraksamanın ardından hızla kendine gelerek, Bora’ya dönerek,

“Aslında Yiğit’e kızmıyorum o masum kız her ne yaparsa hak ediyorsunuz. Hem de sonuna kadar. Umarım sizi fena süründürür.” Dediğinde kahkaha atmamak için kendimi resmen tutmak zorunda kalmıştım. Bora ağzı açık Aylin’e bakarken gerçekten şokta olduğunu fark etmiştim. Bakıları şoktan çıkıp beni bulduğunda inanama bir ses tonuyla,

“çeneni tutman gerekiyordu Yiğit.” Dediğinde ellerimi havaya kaldırarak

“Sanırım ama durumlar birden gelişti. “ dediğimde Bora hızla

“Arkadaş olmamaları sağla.” Dedi ve Aylin’e dönüp,

“Şirket dışında sadece Bora demen yeter mi demiştim?” diye sordu ve ardından hızla

“Unut gitsin Aylin kesinlikle patronun muşum gibi davran. Azra’yı kurmaya kalkmayın canınıza okurum haberiniz olsun.” Dediğinde onun o çocuksu siniri kelimenin tam anlamıyla komediydi. Hele ki Aylin’in ellerini beline yerleştirerek.

“O kızın gözlerindeki gücü gördüm ben. Sizi karşısında gördüğü anda bize gerek kalmayacak ve sizi gerçekten süründürecek. “ dediğinde konunun daha uzamasına izin vermeden Aylin’i kolundan çekmeye başladım. Ama Aylin pes etmezcesine

“Hiç ama hiç sizden beklemezdim yani “ diye devam ediyordu ki bunun böyle olmayacağına karar verip onu o anda omzuma attım. Ağzından çıkan tek şey ise çığlığı oldu. Ardından da kanımın kaynamasını sağlayan sesiyle

“Yiğit!!!” diye haykırmasıydı….






   



 
























20 Ağustos 2016 Cumartesi

Duyuru





 


Merhaba arkadaşlar, şu anda aslında hikayemizin finaline doğru yazmaya başladım. hepsi kağıtta olduğundan sizlerle paylaşmam zaman alıyor. yoğun mail trafiği var ve duyuru yapma ihtiyacı duydum. bölümler burada devam ediyor evet kitap olacak. yayın evim finali kitapta bekliyor. sizlere şöyle diyebilirim. final sahnesini okumak için öyle günlerce beklemenize gerek kalmayacak. kitap ile final sahnesi arasında 1 hafta veya 10 günlük bir zaman dilimi olacak. onun için üzülmeyin.

İkinci olarak. bundan sonra yayınlayacağım 2 bölümü Yiğit anlatacak.... Özleyenlere duyurulur...

19 Ağustos 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 40. BÖLÜM

                                         

                                                        "ÖZLEDİĞİM O DEĞİL "

Gitti acısıyla öfkesiyle kırgınlığıyla beni ardında bırakıp gitti. Bu koca sıcacık evde iliklerine kadar üşüyen beni bir başıma bırakıp gitti. Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi bilmeden sadece hafızamda kalan bebek odasındaki sözleri, ofisteki o bakışı ile evin camından dışarıya bakıyordum. Gidiyorum demedi. Hatta o öfkeli, kırgın bakışını atmaktan başka hiç bir şey yapmadı. O bakışlar aslında o kadar çok şey anlatıyordu ki anlamamak imkânsızdı.  Bitmişti. Acımın verdiği yanlışla her şeyin bitmesine sebep olmuştum. Haklı mıydı? Evet haklıydı. Ama ben onun acısını anlamadığım kadar oda benim acımı anlamadı. Camın önünde gözyaşlarıma inat çağlayarak yağan yağmurun karşısında derin bir nefes aldım. Hayatımda hiçbir şey kolay olmamıştı zaten. Yiğit'e hiç ama hiç kolay biri değildi. Gitmek istedi. Bana varlığının verdiği sertlikle acı vermektense, yokluğuyla cezalandırdı. Ben hayatımdaki cezalara alışıktım. Çektiğim her ceza acıydı. Ama bu acı sadece şiddete dayalıydı. İlk defa ruhuma bir ceza verilmişti. Üstelik bu gerçekten çektiğim en büyük acıydı. Bu ceza ne zaman biterdi bilmiyorum. Gerçi biteceğinden de emin değildim…
Camın karşısında ne kadar durduğumu bilmiyorum. Beni daldığım acı düşüncelerden çıkaran, Kadir’in elini omzuma tam bir abilik içgüdüsüyle yerleştirip,

“Gelecek” diye söylemesiydi.  Elbette gelecekti. Elbette buraya dönecekti.  Ama benim umursadığım, benim canımı yakan gelmesi değil, gitmesiydi. Elimi omzumda duran ve son zamanlarda güvenli bulduğum elin üzerine yerleştirdim.  Sonrasında derin bir nefes alarak,

“Gelmesi değil, gitmesi sorun. Her sorun, her hata, öfkede gidecek mi? Diye düşünmek tarif edilemeyecek kadar berbat bir duygu. Ben hata yaptım evet ama o burada kalmalıydı. Bana birçok ceza verebilirdi. Konuşmayabilirdi. Soğuk davranabilir hatta acısını öfkesini defalarca kusabilirdi. Ama burada kalmalıydı. Kilometrelerce uzağa gidip, cezamı yokluğuyla vermemeliydi. Bu bir şeylerin düzelmesi değil bitmesi olur. Bunu tahmin etmeliydi.  Ya da belki istediği de budur. Bilmiyorum.”  Dediğimde daha fazla konuşmama izin vermeden onunla göz göze gelmem için beni kendi etrafımda döndürdü ve iki elini omzuma yerleştirerek tam bir abi bakışlarıyla,

“Sorun büyük ama aşılamayacak bir şey değil. Bu uzaklık her ikinize de iyi gelebilir. Sadece kalbinizi dinlerseniz çokta uzun sürmeyeceğine eminim.” Diyerek teselli ettiğinde bu konuyu konuşarak her ne kadar uzaksakta acısı hep aynı olacak hatta daha da artacaktı. Sonuç?  Yiğit Amerika’ya gitti. Ben buradayım. Benim acımın ne zaman geçeceği belli olmadığı gibi, onunda ne zaman döneceği belli değildi. Onun için sadece çalışmalı, başka şeyler düşünmeli ve kendimi tamamen dağılmadan toplamalıydım. Bunun içinde Kadire

“Tamam, bu kadarı yeter. Elbet dönecek ve yaşanacak olanlara da geldiğinde karar veririz. Şimdi sabahtan beridir bir şey yemedik karnın aç mı?” diye sordum. Kadir şaşkın bir yüz ifadesi ile başını onaylar anlamında sallarken gülümseyerek,

“Ben üstümü değiştirirken sende pizza söyler misin? Bu günlük dışarıdan yiyelim olmaz mı?   Diye sorduğumda, gözlerindeki şaşkınlıkla bana cevap vermesine izin vermeden yanından gitmiştim.  Çünkü fazlasıyla şaşkın ve fazlasıyla soru sarmaya niyetli gibiydi. Belki de sıkı bir azar yiyecektim.
Merdivenlerden çıkıp odaya girmemle, derin bir nefes alıp banyoya yönelmem bir olmuştu. Hızla yüzümü yıkamış ve aynada kendimle göz göze gelmiştim. Gözlerime odaklanmış kendime bakarken, içimden bir ses , ‘sakın ağlayayım deme! Ağlarsan daha zor olur. Kendini dağıtırsan toplayamazsın Aylin kendine gel!’ diye söylendim ve birkaç kez daha suratıma su çarpıp, havluyla kuruladım. Ardından üzerimi değiştirip, günlük taytımı ve tişörtümü giydim. Saçlarımı da topladıktan sonra salona Kadir’in yanına salona inmiştim.             Kadir koltukta oturuyordu. Her zaman ki gibi telefonu da elindeydi. Son zamanlarda elinden o telefon hiç düşmüyordu. Tabi o telefon elinde olduğundan beridir de suratındaki o gülümseme de hiç eksik olmuyordu. Mutfaktan su almak için ayağa kalktım ve tam mutfağa girecekken çalan kapı ile duraksamıştım. Gelen kesinlikle pizzacı olmalıydı. Kapıya doğru yöneldim ve elim tam kapının koluna gittiği anda arkamdan çekilip, Kadir ile göz göze gelmem bir oldu.  Kadir kızan bakışlarla

“onca olaydan sonra hala kapıyı ardında kim olduğunu anlamadan açmak tam bir çocukluk.”  Dediğinde gerçekten yaramazlık yapmış bir çocuk gibi hissettim. Abisinden azar işiten bir kız gibi gülümsedim ve Kadir bana devirdiği gözlerini çekip kapıyı açmak için beni arkasına çekti. Onun o koca cüssesine arkadan baktığımda, aklıma onunla ilk tanıştığım gün geldi. Öfkeli, acılı bakışlarıyla,

“Bu evde uzun süre kalmayacağım. Benden abilik bekleme çünkü benim hiçbir zaman korumaya değer bir kardeşim olmadı.” Demişti. Bu sözler daha da gülümseme me neden olurken, Kadir’in

“Komik olan ne?” diye sorusu doldu kulaklarıma, elinde pizza ve o mükemmel görünüşü ile Kadir bana soru dolu ifadesi ile bakarken, ona gülümseyerek,

“Seninle ilk tanıştığımızda yani Ayşe cadısı ile eve geldiğin ilk gün ve söylediklerin geldi aklıma.” Dediğimde ise gözleri tiksinti ile kapanıp açıldı. Ardından alaycı bir ses tonunda

“Salak ergen tripleri. Babanı bende sevmiyordum. Üstelik önceki evimizde hemen üst katta çocukluk aşkım vardı. Onu orada bırakıp, o eve gelmek hiç hoşuma gitmemişti. “ diyerek o günkü tavrını açıkladığında, daha da gülümseyerek,

“Kadir ve Aşk? Yani ikiniz yan yana iki farklı iki kutup gibi görünüyor”  diye alayla söylendiğimde Kadir kaşlarını çatarak,

“O zamanlar bir kalbim vardı” diye söylendi. Onun bu karşılığına esprili bir tavırla,

“Şimdi yok mu? Yani son zamanlarda gözle görülür bir şekilde kendini belli ediyor da” diye sorduğumda Kadir’in suratında beliren kırıklıkla yutkundu ve elindeki pizzayı göstererek,

“ şunu soğutmadan yesek iyi olacak. Kalbimi nerede gördüğünü sonra anlatırsın” diyerek yanımdan hızla geçip, salona doğru yürüdü. Bu tavrı garipti. İlk defa onun duygusal anlamda hüzünlendiğini fark ediyordum. Bunun üzerinde çok fazla durmayarak ve fazla soru ile bunaltmadan sessiz kalıp peşinden salona yürüdüm…
……………………..
Salonda güzel bir pizza keyfinin ardından, Kadir ile koyu bir muhabbete dalmıştık. Onun hakkında onca zaman aynı evde yaşamamıza rağmen ne çok şeyi fark etmediğimi gürdüm. O kadar çok farklı özelliği varmış ki şaşırmamak elde değildi. Özellikle okuduğu kitapları duyunca çok oldum. Beni kandırma ihtimaline karşılık konularını sorduğum tüm kitapları bana anlatmıştı. Tabi bu arada rubi ile oyunlarına da devam etmişti. Bir an aklıma Yiğit gelmiş ve hüzünlenmeden edememiştim. Oda şimdi beni aklına getirmemek adına kendine uğraşlar bulmaya çabalıyor muydu acaba. Yoksa umuruna bile değildi ve işine konsantre olmuş. Kendini işine mi vermişti. Derin bir nefes aldım ve gözlerim elimdeki telefonun saatine gitti. Saat çoktan 23.50 olmuştu. Amerika ile aramızdaki saat farkı göz önünde alınırsa şu anda büyük ihtimal iş yerindeydi. Ve çoktan dosyalarına gömülmüş olmalıydı. Telefonda parmağım isminin üstünde dolanırken onu aramakla aramamak arasında gerçekten savaş vermeye başladım. Arayacak olsam açar mıydı? Açsa tepki gösterir miydi? Bunlar beynimde dolanırken, ikinci bir derin nefesi aldım ve hızla yerimden kalkıp,

“Ben artık yatıyorum. İyi geceler” diyerek odama doğru yürüdüm. Odama girdiğim anda burnuma dolan Yiğit’in kokusuyla derin bir nefes alıp verdikten sonra yavaşça yatağa girdim. Onsuz bu yatakta uyumak zor olacaktı. Onun kolları olmadan bu yatakta sadece üşürdüm ben. İyice sokuldum pikeye ve kapadım gözlerimi odanın karanlığında. Arkamda hayal ettim Yiğit’i bana sarılırken, nefesini hissettim ensem yakan ve yaklaşan uykunun kollarına bıraktım ruhumu…
……………………………….
2 hafta sonra
Yiğit gideli iki hafta olmuştu. Hüzünle, yalnızlıkla geçen iki hafta.  İşler fazlasıyla yoğundu ve yetiştirmekte zorluk çekiyorduk. Yiğit gittiğinden beridir hiç aramamış ve kendisinden de bir haber almamıştım. Selim bu durum tüm sorumlusu beni gösterircesine mesafeli davranıyordu.  Sürekli sert konuşuyor, talimatlar veriyor ve gergin davranıyor. Onu haklı buluyorum ama yine de fazlasıyla zorladığının farkında değildi. Onun için şimdilik sessizliğimi koruyordum.  Tüm bunları kafamdan atmaya çabalayarak, ofiste işlerle uğraşıyordum. Kadir her zaman ki gibi tam karşımdaki koltukta elindeki telefonda son zamanlar da oynamaktan zevk aldığı 3. Sırada olan oyunla ilgileniyordu. İlki ve ikincisi ne mi tabi ki ilki Rubi’ydi. İkincisi ise Bahar’dı. Bahar ile yan yana geldiklerinde gerçekten çok eğlenceli olabiliyordular. Eminim elindeki telefon artık sıkmaya başlamıştı ve Kadir’in gözleri odama her an girecek olan Bahar’ı arıyordu. Gözlerimi önümde duran kâğıttan kaldırmadan

“Bahar bu gün yok” diye söyledim. Bir an oyunun durduğunu ve Kadir’in sessizliğini fark ettim. Başımı fazla kaldırmadan, gözlerim gözlerini buldu ve soru dolu bakışları ile bana baktığını fark ettim. Kadir soru yüklü sesi ile

“Nerede?” diye sordu. Hafif gülümsememi fark ettiğinde ise hemen toparlanarak,

“Neden bunu bana söylüyorsun ki?” diye sordu. Kahkaha atarak,

“Sana değil gözlerine söylüyorum. Sabahtan beri onu arıyorlar” dediğimde tam karşılık vereceği anda sert bir şekilde açılan kapımla gözlerim kapıyı buldu. Anında solan gülümsemem ile yutkunmadan edememiştim. Kapıda korkmamı gerektiren bakışlarla bana bakan, Selim vardı. Kapının kolunda duran eli sıkılmaktan bembeyaz olmuştu. Çenesindeki gerginlikten dişlerini nasıl sıktığını fark edebiliyordum.  Gözleri ise resmen öfke saçıyordu.  Selim öfke saçan bakışlarını gözlerimden bir an bile ayırmadan,

“Bebeğini kaybettiğin için depresyonda olduğunu sanıyordum. Ve görüyorum ki depresyondan çıkmışsın” diye sert bir sesle söylediğinde tekrar yutkunmadan edememiştim. Buda neydi şimdi?  Bu öfke, bu şiddet neyin nesiydi? Sabrımı korumaya çabalayarak donuk gözlerle ona bakmama derin bir nefes aldı ve

“Hazırlan pasaport ve vize işlemlerini halletmemiz gerekiyor. Amerika’ya gidiyorsun” dediğinde ise ne diyeceğimi bilememiş bir şekilde şoka girdim. Ne demek Amerika’ya gidiyorsun.? Üstelik neden gidiyorum? Soru soran bakışlarla Selim’e bakarken Selim derin bir nefes daha alarak,

“Yiğit’in bunalımdan çıkması için. Berbat bir durumda ve bunun sorumlusu sensin. Git ortaya çıkardığın yıkımı topla “ dediğinde kekeleyerek,

“An- la- madım be..” daha kekelemekten cümlemi bitiremeden, Selim  sert bir sesle ve işaret parmağını tehdit vari bana dikerek,

“Arkadaşımı geri istiyorum Aylin. Ne yapacağın umurumda değil. Tam iki haftadır bir robot ile konuşuyorum. Onu en son bu halde 3 yıl önce görmüştüm. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyorum. Git ve onu eski haline getir. Ona ne yaptıysan düzeltmeden de sakın Türkiye’ye de geri gelme!” dediğinde cümlelerimin artık anlamsız olduğunu, boğazımın dolduğunu hissettim. Kalbimin atışı sönerken, gözlerimdeki yanma daha da arttı. Kötü müydü? Giden oydu? İyi gelmedi maden neneden dönmedi? Neden burada beni bir başıma bıraktı. Diye haykırırken içimde ayağa sıçrayan cadaloz kılıklı ses ‘onu o hale senin düşüncesizliğin getirdi. Kapa çeneni ve yanına git!” diye bağırdığında yapmam gerekenin bu olduğunu hissettim.  Selim’in o keskin bakışlarına sadece olumlu anlamda başımı sallayarak karşılık vermiştim.
………………………………..
1 hafta sonra
O sert günün ardından tüm pasaport işlemleri hızlanmış, Selim Yılmaz farkı işlemiş ve anında verilmişti. Önceden polis olup olmadığını sorgulasam da, birçok polis arkadaşa sahip olduğunu öğrenmiştim.  Aynı şekilde vize işlemleri de hızla sonuçlanmıştı. Şimdi ise hava limanında elimdeki pasaportum ve biletime bakıyorum. Kulaklarıma dolan uçağa geçiş anonsu ile gözlerim biletten ayrıldı. Hemen kapının oradaydım ve tüm yolcular içeriye alınıyordu. Beni hava limanına Selim, Elif Kadir ve rubi bırakmıştı. Hepsine ayrı ayrı sarılırken Kadir’e

“Rubi sana emanet. Ona sakın kendi yemeklerinden verme! Onun yemeği kilerde her gün bir tas vereceksin unutma. Onu bıraktığım gibi bulacağım.” Dedim ve eğilip Rubi’inin başına bir öpücük bıraktım. Ardından tekrar Kadir ile göz göze geldiğimde Kadir’e çemkirerek

“Sakın onu yatağına da alma! Seninle aynı yatakta yattığı sürece hayati tehlikesi var!” diye söylendim.  Kadir ile en son beraber yattıklarında Rubi’nin acı acı inlemesi ile odaya dalmıştım. Rubi Kadir’in altında almış çıkmak için resmen savaşıyordu. Kadir’e nasıl saldırdığımı ve Rubi’yi oradan alışımı hatırlıyorum ve kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Sonra kendimi toparlayıp, kontrolden geçip uçağa doğru gidiyorum. Beni neyin beklediğini, nasıl bir Yiğit ile karşılaşacağımı bilmiyorum ama içimde bir his vardı. Beni boğsa da nefes almamı sağlıyordu. .. uçağa girip, koltuğa yerleştiğimde derin bir nefes alıp kendimi zamana bıraktım….
……………………………  
Saatler saatleri kovaları, yarı uyudum yarı uyanık kaldım. Aklımda deli sorularla, kitap okudum. Müzik dinledim. Faydası oldu mu? Hayır. İçimde deli duygularla bekledim durdum. Etrafımdaki çoğu insan İngilizce konuşuyordu. Tamam bende İngilizce biliyordum ve hemen yanımda ki sarışın alımlı ve 50 yaşlarında ki kadın sanki merhaba desem uzun bir saat boyunca benimle muhabbet edecekmiş gibi duruyordu. Öylede oldu. Kadın bana

“Merhaba” dedi ve uçağın iniş anonsu yapılana kadar konuşmamız devam etti. Nereye gideceğimi, kimin yanına gideceğimi falan hepsini sordu. Uçak indiğinde ise gülümseyerek yerimizden kalkıp eşyalarımızı alıp uçaktan çıkmaya koyulduk. Güvenlikten çıkıp valizimi bekledim ve gelince hemen alıp çıkışa doğru yürüdüm. Tam hava limanının çıkışından çıkıyordum ki koluma değen el ile durdum. Gözlerim uçakta karşılaştığım kadınla buluştuğunda gülümseyerek ona baktım. O ile o masmavi ama hüzünlü bakan gözleri ile

“51 yaşındayım ve senin yaşına dönme şansı verilseydi,  atmam gereken adımı atardım. Belki de o adımı attığım için ölümü yalnız beklemek zorunda olmazdım. Hayatta sana bahşedilen bu şansı iyi değerlendir.” Dediğinde nutkumun tutulduğunu hissettim. Haklıydı. Yiğit benim dünyamdı. Bana ait bir dünyaydı. Tertemiz güzel bir dünyaydı. Onu allak bullak eden bendim ve bunu tamamıyla düzeltmem gerekiyordu. Bu tertemiz bana hediye edilen güzel dünyayı kaybetme gibi bir seçeneğim yoktu.
Kadın verdiği akılın sonrasında hızla uzaklaşmıştı. Bende onun ardından kapıdan çıkmıştım. Kapıdan çıkar çıkmaz karşılaştığım kişi Bora Bey’di. Gülümseyen o gri gözler beni bulduğunda yarım gülümseme takındım. En asından onun gözleri kardeşi gibi öfke saçmıyordu. Saat farkından dolayı burada daha sabahtı ve sanırım Yiğit şirketteydi. Bora bey hızla yanıma gelip,

“Hoş geldin Aylin” dediğinde ona gülümseyerek

“Hoş bulduk Bora Bey” dediğimde Bora bey kaşlarını çatarak

“İstanbul’da değiliz Bora demen yeterli şirkete geçiyoruz. Yiğit biraz daha böyle devam ederse hiç çalışanım kalmayacak” dediğinde içimden kahkaha attım. Hala aynı aksi adamdı. Hiçbir değişme yoktu.
…………….
Birkaç saat içinde New York sokaklarından geçerek devasa şirkete gelmiştik. Bu şehir tamamıyla taş duvardı. Kocaman binalar ve seri akıcı bir hayat vardı. Saat henüz 9:30’du ve hayat burada iş olarak başlamıştı. Burada benim sandviçlerimi yemediği kesindi ve gelirken yoldun malzemeleri almıştım. Her ne kadar Bora Bey bana deliymişim gibi baksa da önemsememiştim. Şirketin mutfak bölümünde sandviçi yapmış, her ne kadar sallama çayla idare edecek olsa da yeterli olacağını umut ederek Yiğit’in bulunduğu odaya doğru yürüdüm. Şaşkın bakışlar ve Bora bey’in

“Yiğit gerçekten çok şanslı ve sen gerçekten işini biliyorsun Aylin” diyerek alay etmesini kulak arkası ederek kapıyı çaldım. İçeriden sert bir sesle İngilizce

“Gel “ diye bağırdığında yutkunmadan edememiştim. O an Bora Bey ile göz göze geldim ve Bora Bey kaşlarını havaya kaldırarak,

“İki haftadır neler çektiğimizi anlayabiliyor musun? Bunca çalışan patronları olmama rağmen benden bu kadar korkmuyor” dediğinde tekrar yutkundum ve yavaşça kapıyı açıp içeriye girdim. Masasında ve üzerinde beyaz gömleği ve o siyah kemik gözlükleriyle onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar uzun zaman olduğunu anladım. Onu görmeyeli yıl olmuş gibiydi. Başını o önündeki dosyadan bir an bile kaldırmadan,

“Dün istediğim dava dosyaları ve ihtar evrakları hazır mı?” diye sordu. Girdiğim özlem duygularından hızla çıkarak ona doğru yürüdüm. Masanın yanına gittiğimde hala bana bakmamıştı. Sert bir sesle

“Masaya bırak” dedi ve ben derin bir nefes alarak elimdeki sandviç ve çayı hemen dosyaların önüne bıraktım. Başını hiç kaldırmadan önce bir donup kaldı ve öylece bekledi. Saniyeler sonra başını kaldırdı ve o keskin kahvelerle göz göze geldim. O kadar derin, o kadar kırgın ve bir o kadar kararmış bakışlar karşısında resmen felç olmuştum. Gözleri gerçekten ben olup olmadığımı sorgularcasına bana bakarken saniyeler, dakikalar gibi geçti. Sonuna bakışını gözlerimden ayırmadan ayağa kalktığında bir adım geri gitmekten kendimi alamamıştım. Yiğit bana o keskin bakışlarıyla bakarken, aptalca kekeleyerek,

“Be-ben şe-y sandviç-leri -mi özlemişsindir diye düşündüm.” Dediğimde bakışları hala çıtı çıkmadan yüzümü tarıyordu. Benim attığım adımı kapatacak kadar büyük bir adım attı be tam dibimde aramızda milimlik boşluk bırakacak şekilde durduğunda, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Saniyeler içinde gözleri tekrar açıldı ve o özlediğim kollar hızla belime dolanıp, beni hızla kendine çekti ve dudaklarımız arasında milimlik boşluk bırakacak şekilde durup nefesi yüzümü yakarken, tamamıyla arzulu çıkan sesiyle,

“özlediğim sandviçlerin değil” diye söyledin. Ayaklarım titremeye, nefesim hızlanmaya başlarken yine kekeleyerek,

“Ne?” diye sordum. Ardından cevap bekleyen bakışlarla ona bakarken Yiğit tek kelime etmeden saniyeler içinde nefesimi kesen tek şeyi yaptı. Dudakları dudaklarımı bulduğunda bedenim sanki başka bir aleme göçmüştü…