: "width=1100"' name='viewport'/> ÖZLEM ÇORAPÇI AYDEMİR HİKAYELERİ xgbtipjytrul.ozlemaydemir.com.

12 Ağustos 2025 Salı


                                                               KAL SERİSİ 

                                                            KALBİMDE KAL 

Dünya; Milyarlarca insanı içinde barındıracak ve her birini bir başına bırakacak kadar büyüktü. Milyarlarca insan içinde bir başıma olmak beni her zaman ürkütmüştü. Fakat, her ne kadar ürküyor olsam da güçlü olmak zorundaydım. Ben, Nazlı Güçlü. Her ne kadar soyadım güçlü olsa da bu hayatta bir başına ayakta kalmaya çalışan 26 yaşında, Fransa'da mimarlık diplomasını almaya sadece 3 aylık staj süresi kalan ve staj için Fransa'nın hızla yükselen mimarlık şirketlerinden biri olan TI DESING mimarlık şirketine, okulun tüm öğrencileri başvurmuşken şaşırtıcı bir şekilde başvurmadığım halde kabul edilen bir stajyer mimarım. 

Firma; 5 yıllık bir geçmişe sahip olmasına karşılık fazlasıyla hızlı ve büyük projelerde yer almıştı. Her bir proje ödüllü olarak sonuçlandırılmıştı. Tüm stajyer mimarların, mezun olmadan burada eğitim almak için can atacağı ve birçok mimarın bünyesinde yer almak isteyeceği disipline başarıya sahip bir firmaydı. Firmanın staj için beni seçtikleri haberi okul tarafından bana verildiğinde çok sevinmiş olsam bile yaptığım araştırmalar sonucunda kurucusunun kim olduğunu öğrenmem, sevincimin öfkeye dönmesine neden olmuştu. Çünkü firmanın sahibi ve kurucusu Taner Ilgaz'dı.

Taner Ilgaz; Seni dipsiz bir çukura çeken karanlık ve güvensiz bakışları, karşısındaki kadının aklını kaybetmesini sağlayacak kadar kaslı ve yakışıklı vücudu, her ne kadar soğuk olsa da keskin espri yeteneğine sahip olan bir adamdı. Mükemmel bir dost olabilirdi fakat kalpsiz adamın tekiydi. Onunla ilk karşılaşmam İstanbul'da okulumu tamamlamak için Yılmaz Holding bünyesinde çalışırken gerçekleşmişti. O zamanlar 22 yaşında bile değildim ve hayatımda erkeklere hiç yer olmadığı bir dönemdi. 

Hayatta kaldığım yalnızlığın içinde hırçınlık, sertlik ve peşin laflı olmamdan dolayı pek sevildiğim söylenemezdi. insanların sevgisine dair tecrübelerim hep sert yoldan deneyimlediğimden benimde insanları sevdiğim pek söylenemezdi. Aslında şimdilerde de pek değiştiğim söylenemezdi. Yalnızlığımın getirdiği psikolojik durumdan dolayı hayatımda olan arkadaşlarıma, hayatıma partner olarak girmek isteyen erkeklere, kısacası insanlara o kadar kolay güvenmemek için elimden geldiğince bahaneler üretirdim. Fakat; Herkes için uyguladığım bu kural Taner Ilgaz'da şaşırtıcı bir şekilde işe yaramamıştı. Bakışlarındaki güvensizlik her ne kadar insanın kalbini ürkütse de bana şaşırtıcı bir şekilde sanki uzansam elini tutacakmışım, kalbinin içine girecek ve yıllardır yaşadığım bu yalnızlığın bitirecekmiş gibi hissettirmişti. Her ne kadar bakışları karanlıkta olsa da o karanlığın, bir ışığa ihtiyacı olduğunu hissetmiştim. Yaşadığım anlık bir şeydi ve hiçbir anını tam dört yıldır zihnimden silememiştim. Hatırlamak istemediğim kadar gurur kırıcı ve unutulamayacak kadar yakıcıydı.

Uzun yıllardır erkenden kalkıp bir saat koştuktan sonra güzelce bir duş alır ve okula giderdim. Günlük kahvemi genelde evimin küçük ama şirin olan balkonunda içmeyi tercih eder ve gün içinde gireceğim derslerin konularını gözden geçirirdim. Dersler genelde öğlen biterdi ve bende öğlenden sonrası için bir barda çalışırdım. Banka hesabımda zor durumda kalmayacağımı temin edercesine miktarda param vardı. Bu durum zengin falan olduğumu göstermiyordu. Bu hayatta babamdan kalacak şirketim ve yüklü miktarda mirasım olmadığından bu hayatta her şey ile tek başıma yüzleşmek zorunda kalmıştım. Kontrollü bir hayat sürmek en önemli prensiplerimdendi. Para biriktirmek neredeyse en disiplinli olduğum ayrıntıydı. 

Yaşadığım ev iki odalı geniş ve ferah salonlu küçük sayılabilecek bir evdi ve konum olarak mükemmel bir yerdeydi. Eski yapı ve birçok tadilata ihtiyacı olmasına karşılık burada yaşamayı seviyordum. Evin sahibi, birkaç kere satmak istemişti fakat alıcısı olmadığından hala kiracısı ben ve ev arkadaşım Kate'ydi. Kate; Güney Afrikalı, hayatı hür ve uç noktada yaşayan, eğlence düşkünü olan bir karakterdi. Fakat dünya üzerinde tek dostum olduğu gerçeği ile neredeyse kardeşim gibiydi. Onun hikayesi Afrika'da evlatlık alındığı ailenin Amerika'ya taşınması ile başlıyordu. Onu evlatlık alan aile, bir kaza geçirmiş ve bu kazada onu evlatlık alan annesini kaybetmişti. Onu evlatlık alan babası ise ikinci evliliğini yapıp bir de ikinci karısı hamile kalınca Kate, istenmeyen bir çocuk olmuştu. Kate burs kazanıp Fransa'ya geldiğinde kendi hikâyesini yazmaya karar vermiş ve bir daha babası ile hiç görüşmeme kararı almıştı. Burada hukuk okuyordu. Geleceğin cengaver avukatlarından olacağı da kesindi. Onun hikayesi oradan oraya savrulmak yerine, daha güçlü olmaktan geçiyordu. Mükemmel bir kadındı. Fakat aynı şeyi kalbi için söylemek imkansızdı. Aşk ve bağlılık kavramlarına oldukça karşıydı. Anne olmak, bir aile kurma hayali olan insanlara verdiği tek cevap,

"Evlenmek, aile kurmak, çocuk sahibi olmak bana sanki bedenimin ölümcül bir hastalığa yakalandığını söylemeleri gibi hissettiriyor" demişti. Şu anda benim içinde uzak bir ihtimal olsa da hayatımın belli bir evresinde beni gerçekten seven ve âşık olduğum kişi ile bu adımı atacağımı biliyordum. Tamam, bir gün o karanlık ateşli bakışları unutabilirsem diye de söylendim kalbime.

Elimde duran ve gayet sıcak ve ayıltıcı olan sert kahvemden bir yudum aldığım esnada açılan oda kapısının ardından Kate ve gece yanında gelen bilemem kaç milyonuncu sevgilisine dönmedim. Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı manzaradan ayırmadım. Sabaha kadar kulaklarımı rahatsız eden ve gerçekten midemi bulandıran seslerini, inlemelerini hatta çığlıklarını duymak ve uyumaya çalışmak sinir bozucu olduğu yetmezmiş gibi sabahta öpüşmelerini dinlemeye maruz kalmak, günümün nereye doğru gittiğini gösteriyordu. Kate, hala uyuyorum havasından henüz çıkmamış ses tonu ile

"Günaydın tatlım" dediğinde ise gözlerimi göğe diktim. Onu çok seviyordum. Evet aynı kaderi paylaşıyorduk ve bu hayatta tek dostum olabilirdi. Fakat artık ayrı evlerde yaşama kararı alma vakti gelmişti. Her sabah tanımadığım üçüncü bir kişinin evimde dolanmasını artık onaylamama kararı almam gerekiyordu. Ona dönüp sırtımı balkonun Fransız korkuluklarına yaslayarak, kahvemden bir yudum daha aldım ve tek kaşımı kaldırarak ona tek kelime etmeden baktım. Birkaç saniyelik bakışımın ardından Kate,

"Tamam, fazla ses çıkardık sanırım özür dilerim. Bir daha ki sefere dikkat edeceğim" dediğinde derin bir nefes alıp verdim. Kate'nin kötü yanlarından biride hatalarını ve verdiği rahatsızlıkları bir dahakine kesinlikle olmayacak deyip anında unutmasıydı. Onun için

"Bir dahaki sefere sen bulduğun erkeklerin evinde kalmayı dene ve bu eve getirme" dediğimde gözleri bir anda açılan Kate,

"Başka birinin yatağında uyuma problemin olduğunu biliyorsun" diyerek karşılık verdi. Verdiği cevaba karşılık dik dik bakarak,

"Artık ne problemin olduğu ile ilgilenmiyorum. Yan odamda porno film çekilirken uyumam imkânsız ve ben senin hayatını yaşamıyorum. Çalışıyorum ve sabah zinde kalkmam gerekiyor. Garip, garip çıkan zevk sesleri ve orgazm olurken ettiğiniz küfürler gerçekten sinirimi bozuyor ve bu şekilde devam ederse kendime bir ev bakma zamanımın geldiğine inanacağım" dediğim şoka giren Kate

"Hey ne kadar zamandır biri ile birlikte olmuyorsun sen? Yada hiç sevgilin olmuş muydu? Çok stresli görünüyorsun ve bu orgazm olmayan kadın stresi" dediğinde elimdeki sıcak kahveyi suratına fırlatma isteği ile dolup taştım. Hayatımda hiç orgazm olmadım ve beni olmadığım bu hissin eşiğine getiren tek adam ile yaklaşık 2 saat sonra toplantım vardı. yaşadığımız sadece on dakikalık bir durum için yıllarca her gece onu rüyamda gördüğüm yetmiyormuş gibi birde bu gün onunla karşılık duracaktım. Gözlerine bakacak ve bana o gece nasıl baktığını hatırlayacaktım. Evet, stresliydim ve bu orgazm olmadığımdan değildi. dişlerimi sıktım ve sakin çıkarmaya çabaladığım sesimle,

"Rahatsız oluyorum Kate! Bunun hayatımda biri olmayışıyla ve ya senin gibi cinsellik aktivitelerim olmadığından değil. Bunu sana bir daha söylemeyeceğim ben bakireyim. Hiçbir erkek ile birlikteliği olmadım ve orgazm stresinde falan değilim. Sadece erkek arkadaşların ile sevişme anının her sahnesini bizzat dinlemek zorunda olmak istemiyorum. Onun için buna bir çözüm bulmanı istiyorum" dedikten hemen sonra ona daha sert bakarak, 

"Her sabah tanımadığım bir adam ile göz göze gelmekte istemiyorum. Bazılarını üstsüz gördüğüm bile oluyor ve bunu hiç istemiyorum" dediğimde yutkunan ve bana korku dolu bakışlar ile bakan Kate,

"Anlıyorum. Tamam, tarzlarımızın farklı olduğuna iki senedir alışamadım. Ciddiyim bundan sonrasına dikkat edeceğim" dediği esnada kahvemi eline verdim ve

"Eve gerçekten sevdiğin ve birkaç kere daha görüşeceğin biri olmadığı sürece erkek gelmesini istemiyorum Kate. Cinselliğinde bir anlamı olmalı. Sabahında tanımadığın ve bir daha görmeyeceğin biri ile bedenini paylaşmak nasıl bir zevk alma şeklidir?" diye sorduğumda bana sanki başımın üstünde uzaylı antenleri varmış gibi bakmasına anlam veremedim. Bir adamın elleri bedenimde dolanacaksa içimi kıpır kıpır eden biri olmalıydı. Ona aşık olmalıydım yoksa bunun ne anlamı vardı? Kate bir süre bana baktıktan sonra,

"Bu bir ihtiyaç" Karşılığını verdi. Derin bir nefes alarak başımı sağa sola salladım. Ona bunu anlatmak ile uğraşacak olursam kesinlikle ilk görüşmeye geç kalacaktım. Onun için

"Benim için değil" dedim. Sehpanın üzerinde duran çantamı, dosyamı ve anahtarlarımı alarak Kate baktım,

"Bence gerçekten ayrı evleri düşünelim. Ben artık mezun oldum ve düzenli bir ev hayatına ihtiyacım var. Bu şekilde arkadaşlığımız gerçekten zarar görecek ve ben bunu istemiyorum" dediğimde Kate,

"Bunu daha uygun bir zamanda konuşmaya ne dersin?" dedi ve üzerimi inceledikten hemen sonra 

" Ve neden okula gidiyormuş gibi giyinmemişsin?" diye sordu. Bu sorusu ile aslında tüm gerginliğimin ana kaynağını hatırlayıp daha da gerildim. Ardından

"Okulun Staj programına başlıyorum, üç ay sonra lisansım ve diplomam elimde olacak. Daha iyi bir iş için son bir adım. "Diyerek açıkladığımda Kate kaşlarını çattı ve bana

"Bir sorun var ve bu benim eve getirdiğim erkekler ile alakası olan bir şey değil" dediğinde yıllardır içimde taşıdığım hüznü açıklamak ve rahatlamak istedim. Çok fazla gergindim ve bunu aşmadan karşısına dikilirsem kesinlikle anlayacaktı. Komik olmak istemiyordum. Artık 26 yaşındaydım ve liseli kızlar gibi bir öpücükte saplantılı kaldığımı düşünmesini, onu hala hatırlıyor olduğumu, unutmadığımı düşünmesini gerçekten istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve koltuğun üstüne çökerek oturdum. Ters giden bir şeylerin olduğunu anlayan Kate hızla yanıma geldi ve

"Sorun ne?" diye sordu. Bir sorun yoktu. Muhtemelen beni hatırlamıyordu bile, belki de hatırlıyor ve küçük ergen bir kız olarak düşünüyordu. Bana yaptığı bir kötülükte yoktu. Aslında tam olarak bir acım yoktu. Sadece gururum kırılmıştı ve bu biraz acı veriyordu.

"Firma sahibini Türkiye'den tanıyorum ve gerçekten küçük düşürücü bir anda karşısındaydım. Beni hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum. Gerçekten uzun bir zaman oldu. Unutmaması için bir neden de yok . Fakat, insan kaynakları yerine onunla görüşecek olmam beni hatırladığını gösteriyor. Onunla yeniden karşı karşıya gelecek olmam gerilmemi sağlıyor ve gerçekten çok gerginim" diyerek açıkladığımda ise Kate bana kahkaha atarak karşılık verdi. Bu çok sinir bozucuydu ve ona gözlerimi dikerek baktım. Biraz daha saygılı olabilirdi. 

"Komik olan Ne?" diye sordum. Kate ise daha çok kahkaha atarak,

"Bunca yıldır neden hayatında biri olmadığını anladım. Senin âşık olduğun adam bu firma sahibi ve sen aşık olduğun adamın karşısına çıkacağın için gerginsin" dediğinde yerimden kalktım ve ona hiç bakmadan

"Saçmalama! Sadece gerginim ve o duygusuz adama aşık olacak kadar kafayı yemedim" dediğimde arkamdan sadece kahkaha attığını duyuyordum. Hayır ona aşık değildim. Sadece tüm hücrelerimi titretiyor ve bedenimin yanmasını sağlıyordu. Bakışlarının değdiği her bir yanım cayır, cayır yanıyordu. Kalbim içimde deli gibi atıyor, zihnim kontrolü tamamıyla arzularıma bırakıyordu. Sadece bu kadar ve bunun adı aşk değildi. Başımı sağa sola salladım ve bunu düşünmemeye çabaladım. Daha fazla gerilmemek adına ona bakmamayı ve evden çıkmayı tercih ettim.

.............................

1 saat içinde Paris'in en ünlü caddesinde lüks bir mimari içinde yer alan plazanın devasa kapısından geçerek şirkete adım attım. Her ne kadar kalbim delirmiş gibi atsa da bunu duymamaya çalıştım. Ben o zamanlar Savaş Bey'in asistanıydım ve hatırlanmaya değer bir şeyim yoktu. Adımın Nazlı olduğunu biliyordur belki garip gelmiş olabilirdi fakat artık gözlük kullanıyordum. Sarı saçlarımı koyu kahveye boyatmış ve lens kullanmaya başlamıştım. Bundan dört yıl önce daha çocuksu bir tavrım varken, şimdilerde biraz daha olgun kadın görüntüm vardı. Kesinlikle beni tanımayacaktı. Derin bir nefes aldım ve ilk adımımı girişten içeriye attım. Hızla ilerlerken danışmada duran zarif bayan,

"Nasıl yardımcı olabilirim?" diye sorunda ona kim olduğumu ne için geldiğimi söyledim. Birkaç dakikanın ardından yanıma gelen orta yaşlardaki bir kadının bana

"Merhaba Nazlı Hanım, bizde sizi bekliyorduk. Hoş geldiniz" diyerek onu takip etmemi istediğinde kalbim daha da heyecanla atmaya başladı. Sadece üç ay zaten onunla çalışmayacağım diye düşünürken kadın,

"Taner Bey, işe alımlarda tüm elemanları görmek ister. Buna stajyerlerde dahil. Özellikle stajyerler ile tanışır. Aralarında ışık gördüğü olursa devam etmek için fakat, şu ana kadar bu ışığı gördüğü biri olmadı. " dediğinde kaşlarımı çattım. Bir yandan da rahatladım. Çünkü tanıdığından değil, prensibi olduğu için karşısında olacaktım. Kadın, bana biraz şirince sırıtarak

"Çok uzun sürmez genelde görüşme kısa süreli oluyor. Fakat, uyarmadan geçmeyeyim çoğu bu odadan direk çıkışa uğurlanıyor. Senin istisnai durumun Staj olması ve yine belirteyim staj süreni yakından takip edecektir." Dediğinde yutkunmadan edememiştim. İçimden seni hatırlamıyor diye tekrar ederken geldiğimiz odanın önünde durduk. Odanın kapısı modern bir tarzdaydı. Fazlasıyla kaliteli bir meşe ağacından yapıldığı her halinden belli oluyordu. Kahve rengine boyanmış ve hemen ortasındaki kaliteli tabelada ' Yönetim Kurulu Başkanı" yazıyordu. Kalbimin durma noktasına geldiğini hissettim. Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı. Kadın kapıyı çalıp açtığında bana

"Gel sende" diyerek beni peşinde sürükledi. Girdiğim geniş, mükemmel dekore edilmiş aydınlık ve ferah odanın içinde tam karşımda duran Taner Ilgaz'a baka kaldım. Devasa büyüklükteki özel yapım masanın arkasında, MAC bilgisayarın başında gözlükleri ile tüm kadınların kalbini tekletecek görüntüdeydi. Keskin çene hattı ve gözlerini bir an bile bilgisayardan ayırmayışından yoğunluğunu anlayabiliyordum. Şirketinde çalışacak olan personellerin sadece insan kaynakları seçimine bırakmaması onun için önemli olmalıydı. Fakat, şu anda bu durumu düşünemeyecek kadar gergindim. Kadın

"Taner Bey N.." daha ismimi tam olarak söyleyemeden Taner, sert ve bir o kadar da net çıkan sesi ile bir anda gözlerini bilgisayarından ayırdı ve

"Nazlı Güçlü" diye ismimi tek seferde söyledi. Kadın ise aynı anda susup

"Evet efendim." Dediğinde Taner, kadının hemen arkasında duruşuma aldırmadan

"Nazlı Hanım, buyurun" diyerek beni ön tarafa doğru çağırdı. Kelimeler ağzından Fransızca değil Türkçe çıkmıştı. Hala göz göze gelmemiştik ve kadına Fransızca olarak,

"Tamam, siz çıkabilirsiniz" derken eli ile oturmamı işaret ediyordu. Aynı esnada ise 

"Sizde oturabilirsiniz ayakta kalmayın" dediğinde aradaki mesafeye şükrettim. Gerginliğim biraz olsun yerini rahatlamaya bırakıyordu. Tavrına bakacak olursam kesinlikle beni tanımamıştı. Onun gibi birinin beni tanımıyor oluşu şaşılacak bir durum değildi. Taner, elindeki dosyama baktı ve kaşlarını çatarak,

"Bölümü derece ile bitirmişsin. Üstelik yer aldığın projeler yardımcı olmak için bile olsa harika. Umarım buradaki üç aylık süre içinde de birçok şey öğrenirsin. Senin gibi başarılı öğrencileri bünyemde görmek zevk verir" dediğinde hala konuşamıyordum. Bir şeyler söylemem gerekiyordu onun için kendimi toparladım ve

"TI DESING bünyesinde çalışmak istemiyorum. Sadece stajımı bitirmek ve kendi ofisimi açmak istiyorum." Dedim. Bir an olsun duraksadı ve saniyelik bile olsa dudaklarına bir gülümseme yerleştiğine yemin bile edebilirdim. Bakışları bilgisayarından ayırdı ve tek eli ile gözlüğünü çıkarıp, bakışlarını bakışlarıma sabitlediğinde nefes almak adına beynimin komutlar yağdırdığını hissediyordum. Aynı karanlık, aynı güvensizlik orada öylece duruyordu. Fakat, o yakışıklı surat hiçbir şekilde durumu düzeltmeme yardımcı olmuyordu. Bakışmanın yakıcılığını Taner Bey'in

"Bunu üç ayın sonunda tekrar konuşalım" demesi bozdu. Konuşmaya devam ederken yerinden kalktı ve yanıma kadar geldi. Bende bu kısacık görüşmenin sonlandığını düşünerek ayağa kalktım. Bana uzattığı eli sıkarken bedenime yayılan umarsız yangının acısında kavruldum. Neredeyse nefes alamıyordum ama yine de kendime hâkim olmaya çalışıyordum. Taner, gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmadan, bana saniyelerce baktı ve yüzüne yerleşen gülümsemenin kalbimi tekletmesine izin verirken,

"Hiç değişmemişsin prenses" dediğinde gözlerim şaşkınlıkla ona baka kaldı. Elimi, elinin içinde bırakmadan beni kendine çekti ve bakışlarını bakışlarımdan ayırmadan,

"Gözlüklerini çıkarmış, saçını boyatmış, kıyafet tarzını değiştirmiş ama iki şeyi değiştirmemişsin. O kalbimin içini gördüğünü düşündüğüm bakışların ve "dedi. Gözlerini kapayıp sakin bir nefes aldı. Ardından boğuk çıkan sesi ile 

"Kokunu" dediğinde ona sadece baka kaldım. Aman Tanrım beni hatırlıyordu. Lanet olsun beni hatırlıyordu. Ben içimde kurtulma planları yaparak kalbimi susturmaya çabalarken Taner Bey,

"Tamamen hatırladığım gibisin" dediğinde kaşlarımı çattım. Bu kadar dalga geçmenin yeterli olacağını düşünüp öfkeyle elimi ellerinin arasından çektim ve ondan biraz uzaklaşarak,

"Hatırladığın odadan çıkalı çok oldu "diyerek karşılık verdim. Bakışlarındaki üzüntüyü görmezden gelemedim. Tüm bedenimi saran öfkeye engel olmadığım gibi onun da bunu hissetmesini istiyordum onun için,

"Sana dair hatırladığım tek şey, bakire olduğum için dalga geçip o kapıdan çıkıp gidişindi. Değiştim, en azından o geceki kadar saf değilim artık" dediğimde çatılan kaşlarına öfke dolu bakışlarım ile karşılık veriyordum. Pes eden ben olmayacaktım. Bu sefer yenilen ben olmayacaktım. Bu üç ay gerçekten çok acımasız geçecekti. Bunu tüm ruhumla hissediyordum fakat, bu sefer onun o karanlık bakışlarının cazibesine kapılmayacaktım...okumaya devam et :)

                                                                   

22 Eylül 2016 Perşembe

GECEMİN YILDIZI 46. BÖLÜM


46. Bölüm “ Hiçbir şey olmayacak”

O muhteşem gecenin üzerinden neredeyse iki ay geçmişti. O gecenin sonrasında başak denen o sürtüğü hiç ama hiç görmemiştik. Yiğit fazlasıyla gergin olmasa da yıllar sonra onu görmenin ona nasıl rahatsızlık verdiğini anlatmış ve bende detaylarda fazla durmamıştım. Sonuç olarak vicdanında kaybolmuş bir kadın ve hataları vardı. O gün otelden geldiğimizde Bahar evdeydi ve her ikisinin de neşesi, tatlılığı izlenmeye değerdi. Güzel şeyler olduğu her hallerinden belliydi ve çok güzel görünüyorlardı. Evde kahvaltımızı yapmış, benim geceki rezilliğimden bahsedilmiş, bolca alay konusu çıkmış ve sonunda gün bitmişti. Şu anda ise Yiğit’in kolları arasında, onun o düzenli alıp verdiği nefesinden dolayı inip kalkan göğsünün verdiği huzur hiçbir şeye değişilmezdi. Baba olmayı sonuna kadar hak eden bir adamdı. İyi, dürüst, şefkatli ve sevgi dolu bu adamın, çocuğu ile uyuduğu görüntü gözümün önünde canlandı. Ve öyle büyülü bir görüntüde gülümsemeden edemedim. Başımı dayadığım göğsüne bir öpücük bırakıp, bende huzurlu bir uykuya daldım…

1 ay sonra

Ofiste yeni ve hiç bitmeyen işlerimi toparlamaya çabalıyordum. Çok fazla yoğunluk vardı ve ben sanırım hasta oluyordum. Bedenim ağrıdan ölüyordu ve sanırım ateşimde vardı. Birkaç gecedir, bahçe muhabbetlerimiz bitmiyordu. Hava bu birkaç gecedir de sert esiyordu. Buna dayanmak oldukça zorlaşmaya başladığında mesainin bitimine neredeyse yarım saat kaldığını düşündüm. Yavaşça yerimden kalktım ve tam çıkışa gidiyordum ki açılan kapıdan içeriye giren Yiğit ile duraksadım. Yiğit kaşlarını çatarak bana baktı ve endişeli sesi ile

“Güzelim?” diye seslendiğinde derin bir nefes alarak,

“Sanırım üşüttüm. Tüm bedenim ağrıyor.” Diyerek karşılık verdiğimde elini yüzüme, boynuma dokundurdu. Hızla büyüyen gözleri eşliğinde

“Güzelim sen yanıyorsun! Neden haber vermiyorsun ki? Hemen hastaneye gidiyoruz” dediği anda hızla

“Gerek yok eve gidelim” diye diyettim. Fakat Yiğit sertleşen sesi ile

“Hemen!” diye gürleyince daha fazla itiraz edemeden kendimi arabada hastaneye giderken buldum….
…………………………..

Ne kadar süre geçtiğinin farkında değildim. Neredeyse yıldırım hızıyla hastaneye gelmiştik. Acilden giriş yaptığımızda hemen bizi içeriye alıp müdahale için doktor çağrıldı. Bir iki dakikaya gelen doktora ateşimin olduğunu, halsizliğimin ve muhtemelen bir grip olduğunu söylediğimde doktor ateşimi ölçtü, göğsümü dinledi. Rutin müdahaleyi yaptıktan sonra serum takacak diye beklerken, yanındaki hemşireye

“Hanım efendinin kanını alın ve kan testi için laboratuvara gönderin. Sonuçları acil beklediğimi söyleyin.” Dedikten sonra bana gülümseyerek,

“Kan testi sonuçlarınızı bir görelim. Ona göre size ilaç vereceğim sadece 15 dakikada beklememiz gerekiyor.” Dediğinde sadece tamam anlamında başımı salladım. Doktor gülümseyerek dışarıya çıkarken Yiğit,

“Kan testine ne gerek vardı ki şimdi?” diye sordu. Gözlerimi tavana dikerek sabır diledim. Sonra ise Yiğit ile göz göze gelerek

“Sadece küçük bir grip. Lütfen biraz az tepki gösterir misin? Gerekli olmasa almazdı.” Diye söyledim. İşe yaramasına ise şaşırdım. Yani buna karşılık bir şey söylemesi gerekiyordu. Kaşlarını çatması, homurdanması, kanımı alan hemşireye sert konuşması falan ama hiç birini yapmadı.
On beş dakikalık bir zaman sonrasında gülümseyerek içeriye giren Doktor, benimle göz göze geldiğinde neşeli çıkan sesi ile

“Evet, sonuçlar geldi Aylin Hanım” dediğinde sıkılmış bir sesle

“Grip olmuşum ve serum vereceksiniz değil mi?” deyip gömleğimin kolunu kıvırmaya başladığım esnada doktor

“Hayır, size serum veremem.” Diyerek beni durdurduğunda şaşkınlıkla doktora baktım. Ardından fısıldayarak,

“İğnemi yapacaksınız?” diye sordum. Doktor gülümseyerek,
“Hayır, size hiçbir ilacı veremem Aylin Hanım?” dediğinde hemen söze karışan Yiğit biraz sert bir sesle

“Neden?” diye sorduğunda Doktor, bir an elindeki sonuç kâğıdına baktı ve ardından Yiğit ile tekrar göz göze geldiğinde net bir sesle

“ Elimdeki sonuçlara bakılırsa eşiniz 5 haftalık hamile. Onun için hiçbir ilaç müdahalesinde bulunamayız. Grip enfeksiyonunu en iyi şekilde nane limon ile atlatabilir. Kendisine bol limonlu çorba içirirseniz bu süreç daha hızlı geçer. Tebrik ederim anne ve baba oluyorsunuz” dediğinde tüm bedenimin resmen felç olduğunu hissettim. Hamile miydim? İçimde bir can daha mı vardı. Onca zaman sonunda tekrar hamile miydim? Nasıl anlamadım? Nasıl fark etmedim? Diye düşünürken gözlerim Yiğit’i buldu. Yiğit put gibi doktorun karşısında duruyordu. Aynı benim gibi oda duraksamıştı. Sonra bir an, sadece bir anlık görebileceğim bir sahne gerçekleşti. Yiğit öyle bir sevindi ki sevincinden gözleri görmez oldu. Ve sanırım ben diye Doktora sarıldı. Öyle bir sarılmış olmalı ki Doktorun en son

“Beyefendi, çok fazla hastam var. Gerçekten şu anda ölemem “ diye bildiğini duydum ve aynı anda Yiğit’in onu bıraktığını. Sonra aynı hızla bana geldiğini ve bana sımsıkı sarıldığını. Yeniden anne oluyordum. Yine aynı korkular, yine aynı sevinçler. Bu kez bebeğimi kucağıma alma şansım olacak mıydı? Bu sefer beni neler bekliyordu. Bilmiyorum ama içimde bir canın tekrar var olmasına hazırlıklı değildim. Bu süreç için kendimi hiç ama hiç hazırlamamıştım.
…………………….

Eve geldiğimizde, hastanede sevinçten haykıran Yiğit’ten eser yoktu. Durgunluğum onu da etkilemişti.  Düşünceli ve sessizdi. İçeriye girdiğimizde karşılaştığımız Kadir, halimizi çözmek istercesine bize bakıyordu. Ona herhangi bir açıklama yapacak durumda değildim. Hamile olduğumdan dolayı doktor ilaç veya her hangi bir tedavi vermemişti. HCG testi yapılmış ve çıkan değerlere göre yaklaşık 5 haftalık hamile olduğum anlaşılmıştı. Her hangi bir kadın doğum uzmanına görünmemiştim. Zaten ondan önce bir psikoloğa görünmem gerektiği kesindi. O kadar yorgun ve halsizdim ki salonda oturmaya dermanım yoktu. Onun için yavaşça merdivenlerden odama çıkıp, üzerimi değiştirerek yatağıma girdim. Yiğit hala gelmemişti. Onunda psikolojisini alt üst edip hevesini içinde bırakmıştım. Artık kendime ve bu huyuma lanet okuma zaman gelmişti. Genzim tıkalı, ateşim var ve tüm bedenim resmen kırılıyordu. Zangır zangır titrercesine üşümeye de başlamıştım.  Dakikalar geçmiş ve açılan kapı ile yatakta doğrulmuştum. Yiğit elinde bir tepsi ile içeriye girdiğinde gülümsemeden edememiştim. Neden bu kadar geç geldiği ise belli olmuştu. Yiğit ve hasta çorbası. Mızmızlanarak yatağın içine doğru kaydım ve sızlanan bir sesle

“Çorba istemiyorum” diye söylendim. Yiğit yine o her hasta olduğumda içmek istemediğim ilaçlarımda sarf ettiği ses tonuyla

“Hı Hı “ diye mırıldandı ve Tepsinin hemen başucumda duran komodine koyulduğunu hissettim. Ardından güçlü bir kol üzerimdeki pikeyi çekti. Her ne kadar bırakmak istemesem de, o güce karşı koymam imkansızdı. Yiğit ile göz göze geldiğimde

“Hayır” diye çemkirdim. Yiğit kaşlarını çatarak,

“Hadi” diye emrettiğinde tam bir despot gibi duruyordu. Bu gerçekten can sıkıcı olsa da oflayarak yattığım yerde doğrulduğumda Yiğit gülümseyerek,

“Hadi bakalım. Bu çorbayı içince daha iyi olacaksın. Malum doktor ilaç yazmıyor” dediğinde ise gözlerimi ona dikerek ofladım. O bundan hiç etkilenmeden çorbadan bir kaşık aldı. Soğuması için üfledi ve içmem için ağzıma uzattığında ilk kaşığı içip yuttum. Limon ve acı karışımı bir tad, boğazımdan aşağıya inerken şimdiden iyi geldiğini hissediyordum. Tabi bu tada birde Yiğit’in o sevgi dolu bakışları da eklenince kendini iyi hissetmemek imkansızdı. Yiğit ikinci kaşığı da bana uzatırken

“Kendim yiyebilirim” diye söylendim. Yiğit gülümseyerek

“Bundan eminim ama ben yedirmek istiyorum” dediğinde ise tekrar gülümsemiştim. Üçüncü kaşık, dördüncü kaşık derken kase bitmişti. Yiğit tepsiyi önümden alırken bana biraz daha yaklaşmıştı. Tepsiyi komodinin üzerine bıraktıktan sonra elimi avuçlarının arasına alıp, benimle göz göze geldi. O kahve cenneti bakışları içimi okşarken, en şefkatli çıkan ses tonuyla,

“ Korkuyorsun biliyorum” diye söyledi. Evet korkuyordum. Yine o kadar hayal kurup, acı sonla yıkılmaktan korkuyordum. Yine aynı şeyleri yaşamaktan, hayallerimin hüsran olmasından korkuyordum. Yine aynı acıyı ruhumun kaldıramamasından korkuyordum. Ben bu düşüncelerde savrulurken, Yiğit’e gözyaşlarım içinde sadece başımı sallayarak cevap verebildim. Yiğit beni elimden çekerek göğsünde sabitledi ve Saçımı okşayarak, bir öpücük bıraktı. Ardından derin bir nefes aldı ve

“Bende “ diye itiraf etti. Sonrasında ise duraksayarak devam etti. Sesi sakinleştirişi bir ilaç kıvamındaydı.

“Bende korkuyorum güzelim. Ama yaşayıp göreceğiz. Elimizden gelenin en iyisini yapacak her şeye dikkat edeceğiz. Onun için korkunun bize bir faydası yok. Hayatımızın en güzel haberini sırf bu korku yüzünden doyasıya yaşayamamak daha acı verici.” Dediğinde ona daha sıkı sarıldım ve fısıldayarak,

“Gene bir şey olmasından korkuyorum.” Diye söylendim. Bu gerçekten acı vericiydi. Yiğit’te bana daha sıkı sarılarak,

“Hissediyorum güzelim. Hissediyorum bu sefer hiçbir şey olmayacak. Bu sefer onu kucağımıza alabileceğiz. Bu sefer ona sarılabileceğiz. Bu sefer odası boş kalmayacak eminim.” Dediğine onun bu umuduna sımsıkı sarıldım. İnşallah bu sefer öyle olacaktı. İnşallah bu sefer bebeğimi kucağıma alacaktım. Uyutabilecek, emzirebilecek, odasında oynatabilecek koklayabilecektim. Onun o cennet kokusunu içime çekebilecektim….

20 Eylül 2016 Salı

GECEMİN YILDIZI 45. BÖLÜM




"Sarhoşsun Hatun"

2 yıl sonra

O mükemmel düğünün ardından neredeyse 2 yıl geçmişti. Her şey mükemmeldi. Selim ile Elif güzel bir ilişkiye başlamıştı. Elif gerçekten çok zor zamanların ardından Selim ile bir olmuştu. Biz Amerika’dan geldiğimizde onun o solgun ve yorgun halinin nedeni hamile olmasıydı. Bu mükemmel bir haber olmasına rağmen çok kötü bir haber daha almıştık. Elif aynı zamanda göğüs kanseriydi. Hastalığı ikinci evresindeydi ve ne yapacağını gerçekten bilmiyordu. Hamileliğini Selim’e söyleyemiyor ve ilaç tedavisi olmakta istemiyordu. Tedaviye başlarsa bebeğin öleceğini de biliyordu.  Selim gerçeği bir şekilde öğrenmiş ve Elif’i çok iyi bir hastaneye yatırmıştı. Elif her ne kadar karşı çıkmak istese de bu kadar strese bebeği dayanamamış ve tedavisinden önce düşük yapmıştı. Bu nedenle de tedavisi anında başlamıştı. 1 sene içinde hastalığını atlatmış ve Selim ile evlenmişlerdi. Şu anda ise ikinci kez hamileydi ve sanırım bebekleri ikizdi. Henüz belli değildi ama doktoru ikiz olduğunu düşünüyordu. Öyle mutlulardı ki izlenmeye değerlerdi. Kadir, Bahar ile bir birlikteliğe başlamıştı. Her ne kadar her yan yana geldiklerinde bizler bayılacak gibi olsak ta çok tatlılardı. Kadir’i hiç bu kadar aşık görebileceğimi sanmıyordum. Harika bir sevgili olmuştu. Hatta harika bir koca olacaktı. Evet, Kadir Bahar’a evlenme teklifinde bulunmuş ve bu teklifte Bahar tarafından kabul edilmişti. Neredeyse tüm hazırlıklarını tamamlamışlardı ve 1 ay sonra evleniyorlardı. Tabi gelinlik seçimi esnasında Kadir kalp krizi geçirmeden bu süreci atlatabilirse. Bora Bey yakında buraya gelecekti ve Azra ise haftaya burada işe başlayacaktı. Bora Bey’in dönüşüne kadar fazlasıyla eğitilmiş olurdu. Gerçekten onun geri geldiği dönemi ve çektiklerini izlemek çok ama çok zevkli olacaktı. Yiğit’le ben izse kaldığımız noktadan çok daha ilerideydik. Şuanda ise mükemmel bir şekilde kahvaltı yapan, bu mükemmel adamı izliyordum. Sakinliğini bozmadan, gazetesini okumaya çabalıyor ve arada çayını yudumluyordu. Rubi ise onu çıldırtmak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Paçasını kemiriyor, hatta sürekli havlıyordu. Çok tatlıydı ama Yiğit bilerek ona bakmıyordu. Bu zevkli görüntüyü bozan ise hızla içeriye giren Kadir oldu. Burnundan soluyordu. Ve daha ne olduğunu bile sormadan,

“Ya kabul ediyorum. Kütüğüm. Hatta ayıyım. Ya tamam kıroyum” dediğinde Yiğit gür bir kahkaha atarken ben gülümseyerek,

“Bilmediğimiz ne oldu? Yani bunları biliyoruz.” Dediğimde ise daha da artan kahkahası arasından

“Güzelim” diye uyaran Yiğit’e aldırış etmeden konuşmaya devam edecektim ki kaşları çatık bana bakan Kadir neredeyse beni öldürecekmiş gibi gürleyerek,

“Ben neyi yanlış yapıyorum? Sadece bana ait olanları kimsenin görmesini istemiyorum. Bunun neresi yanlış” dediğinde kendine gelen Yiğit,

“Hiçbir yeri” dediğinde kaşlarımı çatarak tam bir şey söyleyecektim ki Yiğit

“Hiç heveslenme güzelim, açıklığın da bir kuralı var. Herkes görünce bana ait bir özelliği kalmıyor” dedi ve tüm çemkirmemi boğazıma tıkadığında söyleyecek kelime bulamamıştım. Kadir ise kendinden yana birini bulmuşluğun verdiği sevinçle saatlerce konuşmuş ve sonunda işe gitmeye karar vermiştik. Şu bir ayda bir geçse ve şunlar evlense sanırım hepimiz rahat edecektik.
……………………………….
Bu akşam Yiğit ile dışarı çıkacaktık. Yemeği dışarıda yeme kararı almıştık ve bu Kadir ve bahardan kaçmak için harika bir fikirdi. Kavgaları hiç bitmiyordu. Ve onların o kavga halleri arasında ise nefes alınmıyordu. Dolabımda benim için çok özel olan bir elbisem vardı. Yiğit’in bana aldığı ve ilk gecemi yaşadığım gece üzerimde olan kırmızı elbisem.  O elbisenin benim için yeri her zaman ayrıydı. Hem çok güzeldi hem de çok özel.
Kıyafetimi birazcık değişen kiloma rağmen giymiş ve aynada kendime bakıyordum. O geceki kadar kusursuz duruyordu. Ardından saçımı açık bırakmış, bu sefer daha koyu bir makyajla tamamlamıştım. Son düzeltmeleri de yapınca her şey mükemmeldi. Artık aşağıya inebilirdim. Çantamı alıp, yavaşça aşağıya indim. Salonda arkası bana dönük bir vaziyette Kadir ile konuşuyordu. Bu sahne o kadar tanıdıktı ki aklıma gelen anı ile sırıtmadan edememiştim. Ona arkadan yaklaşıp,

“Hazırım çıkabiliriz” dediğimde yine aynı o gün gibi yavaşça geriye döndü ve benimle göz göze geldiğinde duraksadığını fark ettim. Yine o kahve cenneti gözler beni tepeden tırnağa süzdü. Sonrasında ise yutkunarak,

“Çıkmayabiliriz de” dediğinde resmen kahkaha atmak gelmişti içimden. Anı bozmamak adına kendimi tutmaya çabalasam da arkadan panikle konuşmaya başlayan Kadir,

“Kesinlikle ve tartışmaya kapalı olarak çıkıyorsunuz! Bahar geliyor. Ve siz elinizden geldiği kadar da geç geliyorsunuz. Hatta gelmeyebilirsiniz de” dediğine de kendimi tutamamış ve kahkahalarla gülmeye başlamıştım. Kadir her ne kadar evlenme teklifi kabul edilmiş bir insan olsa da Bahar gerçekten çok prensipli biri olduğundan ona dokunamıyordu. Sanırım bu gece birkaç planı vardı ve bunları yerine getirebilmek adına Bahar’ın Rubi aşkını kullanıyordu. Her ne kadar düzelmiş olduğunu söylesem de serseri birkaç huyu vardı. Allah’tan evleneceklerdi yoksa onu parçalardım.
…………………..

Güzel bir restorandaydık. Boğazda, şık ve elit bir yerdi. Kesinlikle bizi yansıtmıyordu ama yine de özeldi. Güzel bir yemek eşliğinde, şarap ile birlikte yemeğimizi yiyorduk. Evliliğim boyunca ilk defa alkol almıyordum ama bu gece sanki tadı daha bir güzel geliyordu. Karşımda aşık olduğum adam ve İstanbul’un eşsiz güzelliği ile bu geçe fazlasıyla güzeldi. Gecenin ilerleyen saatlerinde içtiğim alkol kendini hissettirmeye başlamış ve sanırım dilimde dolanmaya başlamıştı. Bu durum Yiğit’in hoşuna gitmiş gibi benimle daha da gülümseyen, aşk dolu bakışlarla konuşuyordu. Hemen çaprazdaki masada 3 tane afet vardı. Ve o üç afet sürtük gözlerini benim olandan ayırmıyordu. Gecenin başında her ne kadar tahammül edebilsem de alkolün etkisiyle şu anda tahammül sınırında duruyorlardı. Bir an yerimden kalkıp, o tam ortada duran esmer sürtüğün saçını başını yolma gereksinimi duysam da şeytanın alkolün etkisiyle beni ele geçirmesine izin vermedim. Fakat o bu şekilde bakmaya devam ederse bu vermeyeceğim anlamına gelmiyordu. Bir ara fazlasıyla ateş bastığını hissettiğimde lavaboya gitme ihtiyacı hissettim ve tam da o anda yerinden kalkan sürtük masaya doğru yaklaştı. Şeytan, tırnaklarımın çıkmasın, dişlerimin bilenmesine sebep olurken ben sakin kalmak adına resmen savaşıyordum. Kadın masaya yaklaşıp, tiksindiğim bir ses tonunda

“ Yiğit Ertürk” diye seslendi. Sesi her ne kadar benim tiksinmeme sebep olsa da gayet otoriter, kendinden emin ve sertti. Tam bir resmiyet, tam bir ciddiyet vardı. Yiğit duyduğu sesle donup kalırken, yutkunup gözleri beni buldu. Sanki acı bir anı hatırlarmışçasına bakışları hüzünlendi ama sonrasında kasılan çenesi, kararan bakışları, tüm sertliğini yüklenen sesi ile

“Başak Tan” dedi ve benim resmen kanım çekildi. Bu Başak, o Başak olamazdı değil mi? O olsa bile bu güzel gecede hortlamış olamazdı yani. Diye düşünmeme kalmadan gözleri kadınla birleşen Yiğit’in elini yumruk yapışından bu Başak’ın, o başak olduğunu anlamam çokta zaman almadı. Lanet olsun güzel bir gece geçiriyorduk. Ve bu sürtük başka bir zamanda ortaya çıkabilirdi. Bu geceyi seçmesi gerekmiyordu. Yiğit ona kin dolu bakışlarla bakarken, Başak yarım ve özlem dolu bir gülümseme ile elini uzatarak,

“Baya zaman oldu. “ dediğinde Yiğit sadece eline bakıp, alaycı bir gülümseme eşliğinde

“Asır dahi olsa o elin acısını hiç unutmadım. Benim için hala yeni” dediğinde hüzünlenen bakışlarla kadının yıkıldığını gördüm. Başak çatallaşan sesi ile

“Sana pişman olduğumu defalarca söyledim. Neden anlamamakta direniyorsun” diye sitemle söylendiğinde bu görüntü karşısında sarhoşluğunda verdiği etkiyle hıçkırdım. Bu hıçkırık ile ikisinin de bakışları beni bulurken kızarmamak elde değildi. Hemen önümde duran şaraptan bir yudum daha alırken Yiğit kadına dönerek,

“Elbette pişman oldun. Bir bebek katili olduktan sonra ciddi bir kariyer sahibi oldun. Sonra evlendin. Kariyerin bitmek üzereyken bebek sahibi olmak istedin. Olamadığın için evliliğin bitti ve son zamanlarda kariyerine baya bir ara vermenden kaynaklı toparlanamıyorsun. Bunun o zaman ki düşüncesizliğinden olduğunu hissediyor ve seni affetmemi istiyorsun.” Dediğinde kadının yutkunarak, başını salladığını gördüm ve dayanamayarak

“Bu kadar adi biri olabilmek için özel bir çaban var mı?” diye sordum. Anında bana dönen bakışlarına daha da nefretle bakamaya başladım. Kadın,

“Ne zamandan beri tek gecelik ilişkilerin bu şekilde yanında konuşabiliyor” diye sordu. Benim gözlerime bakarak ama Yiğit’e hitaben. Beni kaideye bile almadan. Tüm bedenimin alev aldığını hissettim. Utançtan değil öfkeden. Yavaş ve sert bir duruşla ayağa kalktığımda Yiğit ile göz göze geldim. Gözleri yapacaklarımı fark etmiş gibi kocaman olunca gülümsemeden edemedim ve dilim dolanarak

“Şimdi bu sürtük, kendi sürtüklüğüne bakmadan bana sürtük mü dedi?” diye sorduğumda Yiğit derin bir nefes alarak başını hızla inanamıyormuş gibi salladı. Ben buna aldırış etmeden bir adım atarak Başak denen kadının yanına yaklaştım ve onu tepeden tırnağa süzdüm.
Koyu kahve saçları, bal rengine yakın gözleri ve kumral bir teni vardı. Kısa değildi. Benim boyuma yakın boylardaydı. İnce ve düzgün bir fiziği vardı. Yine de ondan uzundum onun içinde göz temasında yüksekte kalan bendim. Tiksinti ile ona bakarak,

“Hayatında kariyerinden başka bir şey düşünmeyen, insanların haklarını elinden alıp hak savunabilecek kadar karaktersiz olan sen mi bana sürtük muamelesi yapıyorsun?” diye sorduğumda Yiğit derin ve sıkıntılı bir nefes alırken lafa hala karışmamış olmasının verdiği cesaretle, dik durmaya devam ettim. Başak,

“Ben kimsenin hakkını elinden almadım” dediğinde sesimin nasıl çıktığına aldırış etmeden

“Aldın!” diye bağırdım. Bu tepkime Başak bir adım geri giderken öfkeyle

“Yiğit’in baba olma hakkını elinden aldın. Ondan izin almadan, ona haber vermeden. Onun olan hakkı elinden aldın! Anladın mı? Şimdi burada bu şekilde saçmalaman normal bir şey değil. Ve bende tek gecelik bir ilişki değilim. “ dediğimde anlamayan bakışlarla suratıma bakan kadına

“Eşiyim” diyerek karşılık verdim. Gözlerinin hayretle açılmasının bana verdiği zevki tarif etmem imkansızdı. O anda ayağa kalkan Yiğit hırlayan sesiyle

“Evet, Aylin Ertürk benim eşim ve Başak gitsen iyi olur” dediğinde zaferden dört köşe olabilirdim. Yiğit söylediğinde vaz geçip bir anda

“Ya da biz kalkıyoruz zaten, sana iyi eğlenceler” dediğinde ise sinirim bir anda yeniden belirdi. Neden kalkıyoruz? Neden biz kalkıyoruz, nereye kalkıyoruz. Hiçbir yere kalkmıyoruz. Bu kadın kalkacak. Ben hiçbir yere kalkmıyorum.  Heyyy neden havaya kalkıyorum? Diye sorduğumda görüş alanıma giren kalçalarla neye uğradığımı şaşırdım. Lanet olsun o soruların her birini sesli sordum değil mi? Diye düşünürken Yiğit

“Evet, güzelim!” diye bağırdı. Ardından susmam gerektiğini anladım ve dilimi tutmaya başladım. Ardından bir asansöre bindiğimizi ve hala baş aşağıda olduğumu fark ettim. Artık başım dönmeye midem bulanmaya başlamıştı. Duran asansörden çıkıp bir odaya girdiğimizde ise gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu. Ardından bedenim tekrar havalanıp, ayaklarım yere değdiğinde başım öyle bir döndü ki Yiğit’e tutunmadan edemedim. Yoksa çoktan yeri boylamıştım. Dilim dolanmış bir şekilde mırıldanarak,

“Neden eve gitmiyoruz?” diye sordum. Yiğit sakin çıkan sesi ile

“Kadir gelmeyin diye yalvarıyordu” diyerek karşılık verdi. Ben hızla

“Neden? Bahar’a ne yapacak?” diye sorduğum anda belimden hızla çekilmemle Yiğit’in göğsüne yapışmam bir oldu. Yiğit en tehlikeli ve en seksi ses tonunu takınıp,

“Bence sen, benim sana yapacaklarımı düşün” dediğinde ise nefesimin içimde kaldığını, çıkmadığını hissettim. Etrafa baktığımda her yerin kırmızı güllerle kaplı olduğunu ve döndüğünü fark ettim. Sonra ise Yiğit’e bakıp,

“Neden dönüyorsun?” diye sordum. Yiğit eğlenceli, alaycı, bıkmış ve sitemli bir ses tonu karışımında

“Çünkü sarhoşsun hatun!” dediğinde sadece kahkaha attığımı ve bu kahkahanın ardından gelen öpücük ile susturulduğumu hatırlıyorum. O kadar sarhoş olmuştum ki bedenimin ne istediğini ve ne yaptığını algılayamıyordum. Algıladığım, hissettiğim tek şey zevk, huzur ve mutluluktu

9 Eylül 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 44. BÖLÜM


Rüya Değil Gerçek

Bu gün cumartesiydi ve yataktan çıkmamak adına tüm bedenim bana resmen yalvarıyordu. Güneş ışıkları tüm bedenimi ısıtıyordu. Bu kadar yakıcı olduğuna göre sabah saatlerini çoktan geçmişti. Yatakta gerindiğim esnada koskoca yatakta tek başıma olduğumu fak ettim. Hızla açılan gözlerimle, yatakta doğrulup, etrafı taradım. Odada tek başıma olduğumu anlamam saniyeler almıştı. Neredeydi bu adam. Tam yataktan çıkacağım anda komodinin üzerine bırakılmış not dikkatimi çekti. Notu elime aldığım anda okumaya başladım.

“Melek gibi uyuyordun. İnan uyandırmaya kıyamadım. Birkaç işim var erken çıktım. Kadir’in Azrail’i olan Bahar ile randevusu var ve Rubi fazla ses çıkardığından minik sevgi yumağı bu günlük benimle beraber. Onun için saat 15:30 gibi bu adrese gelmen gerekiyor. Saat 15.00’ seni alması için bir araba gelecek ve sen soru sormadan hazırlanıp, binmen e buraya gelmen gerekli güzelim. Ayrıca kahvaltın hazır bir şeyler yemeden çıkma.” Diye yazmıştı. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. Buda neyin nesiydi şimdi? Ve içimden bir ses çok eğlenceli olacağını söylüyordu.
…………

Yataktan hızla kalkmış, duş almış, salona inmiş benim için hazırlanan kahvaltımı yapmış ve gelecek olan arabayı beklemeye koyulmuştum. Her geçen saniye daha da heyecanlıydı. Ve meraktan ölmek üzereydim. Tamda bu anda bahçe kapısından giren siyah bir araba ile yerimde doğrulup, çantamı aldım. Sonra ise sesli bir şekilde mırıldanarak

“Hadi bakalım, beni bu gün ne bekliyor?” diye söyledim. Sonrasında ise hızla kapıya doğru yürüyüp, kapıyı açtım. Karşılaştığım kişi 40’lı yaşlarda, güler yüzlü bir adamdı ve adam benimle karşılaşır karşılaşmaz

“Aylin Hanım?” diye emin olmak adına sorduğunda evet anlamında sadece başımı salladım. Adam gülümsemeye devam ederek arabanın kapısını açtı ve bende ona gülümseyerek arabaya bindim. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu ama kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızla atıyordu. Her ne ile karşılaşacaksam bunun hemen olmasını diledim. Çünkü kalbin daha fazlasına dayanamayacak kadar heyecanlıydı.
………………

Uzunca bir sürenin ardından şilede güzel bir otelin önünde araba durdu ve hızla arabadan inan adam kapımı açarak benimde inmemi sağladı. Arabadan iner inmez beni kapıda karşılayan 2 bayan ile duraksadım. Bayanlardan biri, 35’li yaşlarda. Bir diğeri ise 20’li yaşlarda gibiydi. Gülümseyerek bana yaklaşan bayanlardan 35’li yaşlarda olan

“Aylin Hanım hoş geldiniz. Sizi içeriye alalım. “ diyerek beni otelin içine doğru yönlendirdi. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından büyük geniş ve içinde kuaför olduğunu anladığım insanlarla dolu bir odaya girdiğimizde duraksadım. Bayanlardan beni buraya yönlendiren ile göz göze geldiğimde tekleyerek

“Neler oluyor?” diye sordum. Kadın bana gülümseyerek,

“Size bilgi vermememiz söylendi. Yiğit Bey’in kesin talimatı. Sizin bunu söyleyince anlayış göstereceğinizi söyledi. Bende duyduklarım ile sabır etmem gerektiğini anlayıp sadece başımı evet anlamında salladım. Sonrasında herhalde bu akşam bir eğlence vardı ve şık olmam gerekiyor diye düşünüp beni bekleyen güzellik uzmanlarının bulunduğu yere doğru yürüdüm. Sandalyeye oturur oturmaz işe başlayan adamlarla gülümseyip bana yapacakları değişiklikleri izlemeye koyuldum.
………………..

Saçlarım açık dalgalı ve mükemmel duruyordu. Çok koyu bir makyajım yoktu. Dudaklarım açık renk bir ruj ile renklendirilmişti. Her şey mükemmeldi. Fakat eksik olan bir şey vardı. Bu makyaj, bu saç bu kıyafete fazlaydı. Ve ben yanımda her hangi bir kıyafet getirmemiştim. Gözlerim hemen arkamda duran ve gözleri ışıldayarak beni izleyen kadın ile buluştuğunda çekinerek.

“Bu kıyafete göre fazla abartılı olmadı mı?” diye sordum. Kadın daha da gülümseyerek hemen arkasında duran siyah bir kılıfın içinde duran elbiseyi göstererek,

“Sanırım bunun için değil.” Dedi ve beni bakmam için ayağa kaldırarak

“Dilerseniz biz çıkalım. Siz bir bakın ve giymenize yardım etmemizi isterseniz seslenmeniz yeterli. Giyince son rötuşlar için içeri geleceğiz dediğinde kalbim durmak üzereydi. Bu kadar gizem bana fazlaydı. Herkes dışarıya çıkar çıkmaz hızla kıyafetin asılı olduğu duvarın oraya gittim ve fermuarını hızla aşağıya doru çektim. O an nefesim kesildi. Gözlerim hızla dolarken ayaklarımın titrediğini kalbimin delirircesine hızla attığını fark ettim. Bu o gelinlikti. Dün giydiğim. Lanet olsun o iç geçirdiğim içinde olmaktan mutluluk durduğum gelinlik. Hıçkırıklarıma engel olamıyordum. Bunca hazırlık. Bunca gizem her şey bir rüya için miydi? Benim rüyam için. Benim için. Dışarıdan gelen sesle duraksadım. Dışarıya çıkan bayan

“Aylin hanım her şey yolunda mı?” diye bağırdığında hızla kendimi toparlayıp,

“Evet “ diyerek karşılık verdim ve hızla elime aldığım gelinliği giymeye başladım. Fermuarı arkada olduğundan dışarıdakilerden birinden yardım aldım ve ağlamaktan berbat olan yüzümü temizlemelerine izin verdim. Sonra ise beni bekleyen diğer sürprizler için beklemeye heyecanımı dizginlemeye başladım. Herkesin içi bittiğinde beni beklenti dolu bekleyişle bir başıma bırakıp dışarıya çıktılar. Onlar dışarı çıkarken, içeriye giren Kadir ile gözlerim kocaman olmuştu. Kahrolası herif çok yakışıklı olmuştu. Her genç kızın aklını başından alabilecek kadar. Eminim ki onu bu şekilde Bahar görse bayılabilirdi. Bunu ona da

“Bahar’ın seni bu şekilde görmesi gerekiyor “ diye söyleyerek dile getirdim. Kadir çarpık bir gülümseme ile

“Gördü” diyerek karşılık verdiğinde ise şaşkınlıkla

“Tepkisi ne oldu?” diye sordum. Kadir kahkaha atarak

“Eminim bir yerlerden kelepçe bulabilse beni kendine kelepçelerdi. Zira eli kolumdan hiç ayrılmıyor. Bizi görenler sanırım yapışık olduğumuzu falan sanıyordur.” Dediğinde ise kahkaha atma sırası bendeydi. Sonra ise neler olduğunu sormak istedim

“Neler olduğu hakkında senden tüyolar alabilir miyim? “ diye sorduğumda ise Kadir

“Güzel şeyler” diyerek karşılık verdi. Sadece gülümsemek istedim. Öylede yaptım. Beni neyin beklediğini bilmiyorum ama küçük bir düğün yemeği olduğunu hayal edebiliyordum. Birkaç anımız olsun diye. Bu gerçekten çok güzeldi. İleride bakabileceğimiz gelinlik ve damatlık resimlerimizin olması niyetine. Harika düşünülmüş bir şeydi. Ve plan kusursuz işlemişti. Gelinliği görene kadar hiç ama hiç haberim olmamıştı. Kadir beni elimden tutup,

“Hadi seni götürelim” dediğinde onun söylediğinde uyup onunla beraber odadan çıkıp yürümeye başladım. Kocaman kapının orada durduğumuzda gözlerim içeriyi buldu. İçerisi kapkaranlıktı. Kadir beni omuzlarımdan tutarak,

“Bunan sonrasını tek gidiyorsun. Her adımın mutluluk için unutma” dedi ve karşılık vermeden hızla yanımdan uzaklaştığında kapıya dönüp, derin bir nefesin ardından bir adımda içeriye girdim. Kapkaranlık, hiçbir şeyin görünmediği odaya.

Adımı atar atmaz bir melodi yükseldi odada ve sonrasında kulaklarıma Sezen Aksu’nun seyirlik değil ömürlük olsun şarkısı doldu. Kalbim artık patlarcasına atıyordu. Sonra büyük bir ışık tamamen beni aydınlattı. Müzik devam ederken bir ışık daha yandı ve bu sefer karşımda olan kişi ile gözlerim tekrar doldu. Siyah bir takım, beyaz bir gömlek, içimi eritecek bir gülümseme ile hayatımın tek ışığı olan adam, Yiğit tam karşımda duruyordu. Elinde pembe çiçekler ile bütünleşmiş bir buket çiçek vardı ve bana doğru bir adım attığında benimde yürümem gerektiğini hissettim. Adımlarım titreyen bacaklarıma rağmen, düşmemem için savaşıyordu. Dört beş adımda dip dibe durduk ve gözlerime büyülü bir gülümseme ile bakarak,

“Çiçeğini unutmuşsun.” Dedi hıçkırıkla gülümseme arasında bir ses çıkararak, parmağımla elini işaret ederek

“Her zaman ki gibi sen unutmamışsın” diye söylendim. O esnada gülümseyen Yiğit,

“Söz konusu sen olunca, unutmak mümkün olmuyor güzelim. Hoş geldin hayatıma” dedi ve beni Sezen Aksu’nun şarkısında büyülü bir dans için kollarına aldı. Kendimi o büyüde kaybetmeye o kadar hazırdım ki bir anda tüm dünyadan kopup kendimi o büyülü bakışlara hapsettim. İçimden hıçkıra hıçkıra mutluluktan ağlamak gelse de sımsıkı sarıldım kalbimin atmasını sağlayan tek adama. Sarılırken fısıldadım kulağına

“Rüya gibi. Sanki bir rüyadayım.” Dediğimde Yiğit omzuma bir öpücük bırakarak,

“Rüya değil gerçek. Her şeyi ile her anı ile gerçek güzelim.” Dediğinde ona daha da sıkı sarıldım.

Mutluluk, her zaman çok uzakta değildir. İlla her acı bitmeyecek diye bir kuralda yoktu. Bir adam canını acıtırken, başka bir adam o acıları dindirebilirdi. Öylede olmuştu. Tüm acılarım, onca kederim bu adamın kollarında son bulmuştu. Bu gün geçmişime baktığımda, tek güzel şeyin Yiğit Ertürk olduğunu görüyordum. İyi ki o başvuruyu yapmış, iyi ki o görüşmeye gitmiştim. Şu anda üzerimde gelinlik pistin ortasında düğün olmasa bile bana yeterli olacak bu kutlamada adeta büyülenmiştim. Ta ki müzik bitip ışıklar ortalığı aydınlatana kadar. O an gördüğüm kişilerle gerçekten şok olmuştum. Bora Bey, Selim, Elif, Bahar Hasan bey ve eşi Melike Hanım. Tüm Yılmaz Holding çalışanları buradaydı. Gerçi burada olanlardan aralarında tanıdıklarım sadece bunlardı. Çok fazla misafir vardı. Kahretsin bunu beklemiyordum. Ben bu düşüncelerde şaşkınca bakınırken, Çağlar Bey yerinden kalktı ve Selim ile birlikte


“Beyler düğün sahibi olarak pisti boş bırakmak olmaz. Çifti yalnız bırakmayalım. Düğün daha yeni başlıyor.” Dediğinde ayağa kalkan tüm o baş döndürücü erkekleri ve yanlarındaki bayanları izledim. Elif hala gözüme bir hayli solgun geliyordu. Onunla hiç konuşma fırsatım olmamıştı. Ama kesinlikle konuşmayı hafızama kazımıştım. İkinci dans müziğinde birçok çift bize eşlik etmiş ve danstan sonra halay, oyun daha birçok eğlence yapılmıştı. Sonunda düğün bitmiş ve o gece o otelde kalmıştık. Yüzlerce fotoğraf çekilmiştik. Hepsinde gülüyor, dans ediyor, eğleniyorduk. Hayal edebileceğimden bile daha güzeldi. Bu gece, bu düğün, bu gelinlik ve yanımda olan bu adam hayal edebileceğimden bile daha mükemmeldi….. 

İYİ BAYRAMLAR, HEPİNİZE KEYİFLİ OKUMALAR.

6 Eylül 2016 Salı

GECEMİN YILDIZI 43. BÖLÜM

                                      ONU SEVEBİLİRDİM 

 Yatağın üstüne oturmuş, bana aşık olduğu kadını acı ve bir o kadar da sabırsız bir şekilde anlatmasını bekliyordum. Yiğit ise bir yerden ve doğru bir yerden başlamak için sessizce düşünüyordu. Sonrasında ise gözlerini gözlerime sabitleyerek,

“Üniversiteden mezun olduğumda ilk işlerim hep barodan oldu. Hep sorunlu ve maddi durumu olmayan müvekkillerin davalarına baktım. Yine benim gibi avukat olan ve ilk davalarını barodan alan bir avukat ile tanışmıştım. O zamanlar biraz daha kalbi olan bir erkektim.” Dediğinde nefesim kesilmişti. Bu konuşmanın canımı bu kadar yakabileceğini tahmin edememiştim. Yiğit derin bir nefes aldı ve konuşmasına daha sert bir ses tonunda devam ederek,

“Bir süre sonra aynı evde yaşamaya başladık. İyi, güzel ve hızla başarılı bir avukat olmaya başlamıştı. Bende Yılmaz holdingde devam etmeye başlamıştım. Başak her geçen gün daha da hırslı, daha da iş kolik olmaya başladı. Bir bakıma hoşuma gidiyordu. Ama sonralarda aramızda bir bağ oluşmamaya, gittikçe uzaklaşmaya başlamıştık. Kavga gürültü yoktu. Çünkü bir birimizi neredeyse hiç görmemeye başlamıştık ve ben artık yollarımızı ayırmaya karar vermiştim. İyi birer avukat arkadaş olabilirdik ama sevgili, aile olamayacağımızı anlamıştım. Bir gün banyoda duş aldıktan sonra çöpe bir şey atacakken, gebelik testini gördüm. Gebelik testi yapılmış ve test çift çizgiydi” dediğinde bir an çöktüm. Ne yani bir çocuğumu vardı? Lanet olsun Yiğit zaten bir baba mıydı? Sabırla Yiğit’in konuşmasını dinlemeye devam ettim. Yiğit elini yumruk yaptı ve öyle bir sıktı ki eli resmen bembeyaz oldu. Sonrasında sakinleşmek için derin bir nefes aldığı ve

“Öyle muhteşem bir duygu hissettim ki? Baba oluyordum. Bir aile kurabilir ve son nefesime kadar mutu bir insan olabilirdim. Başak’ı son nefesime kadar sevebileceğimden emindim. Ona elimden geldiği kadar iyi bir eş olacaktım. Mutlu olması için her şeyi yapacaktım. Babamın aksine ona hep değer veren ve değerli olduğunu hissettiren bir eş olacaktım. Tüm enerjimi onu aşkla seven bir adam olarak şartlandıracaktım. Ve mükemmel bir baba olacaktım. Tamamıyla mükemmel. Her defasında çocuğunun yanında olan ve onu asla unutmayan bir baba olacaktım.” Dediğinde gözlerimin acıdığını hissettim. Ne olmuştu? Ne olmuştu da bu hayal gerçekleşmemişti. Başak ölmüş müydü? Ya çocuğu? Neredeydiler? Diye düşünürken yutkundum ve titreyen sesimle

“Onlara ne oldu?” diye sordum. O yumuşacık ses bir sanda demir gibi çelikleşti ve

“Bahak, İngiltere’deki bir firmada avukat oldu.” Dedi. Ardından sesi çatallaşarak

“Bebek ise daha doğmadan öldürülmüş” dediğinde kanımın çekilmesine neden oldu. Ne demek öldürüldü? Bunu içimde tutamayarak, hayret dolu sesimle

“Kim öldürdü?” diye sordum. Yiğit, öfkeye karışan sesi ile

“Başak!” dedi ve benim konuşmama izin vermeden,

“Anne olmaya hazır değilmiş. İşinin doruğundayken bebeğin ona engel olmasına izin veremezmiş. Zaten onu sevmediğimi ve onunla çocuk için evlenmek zorunda kalmamamı istediğini, bunun gerekli olduğunu söyledi.” Dediğinde resmen dilim tutulmuştu. O şaşkınlıkla

“Ne yaptı?” diye sordum. Yiğit yutkunarak,

“Benim bebeği öğrendiğim gün oda öldürmek için hastaneye gitmiş. Ben sevincim ile yere göğe sığamazken, o kürtaj masasına yatmış. Ben ona nasıl evlenme teklifi edeceğimi haya edip ona yüzük seçerken, o içindeki bana ait canı çöp tenekesine atmalarına izin vermiş.” Dediğinde bir an kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Bunu bir anne adayı mı yapmış. Nasıl oluyor da içinde kendine ait bir canı, kendinden bir parçayı sır kariyeri uğruna yok edebiliyordu? Bu kadar cani nasıl olabiliyordu? Nasıl bunu yapabiliyordu? Yiğit fısıldayarak,

“Onu sevebilirdim. Onun kariyeri için, kendi kariyerimden vaz geçip, onunla beraber İngiltere’ye taşınıp orada yaşayabilirdim. Ona değer verebilir, iyi bir aile olabilmemiz için savaşabilirdim. Ama o benim soğuk olduğumu, kendisinin evlilik düşünmediğini, sert ruhumla bunu atlatabileceği mi söyledi.” Dediğinde gözlerime baktı ve

“Atlatamadım. Onu unuttum ama o gebelik testini hiç unutmadım. O sevincimi, o hayallerimi hiç unutmadım. Onu ve ona olan her geçen gün artan nefretimi de hiç ama hiç unutmadım. Bu yaşananların üzerine senin de benim duygularımı düşünmeden, bebek odasını toplamaya kalkman, beni hiç hesaba katmadan kendin için hareket etmen canımı fazlasıyla acıttı. Onun için saçmaladım güzelim üzgünüm” dediğinde bu sefer hıçkırığıma engel olamadım ve hıçkırarak Yiğit’in boynuna atılarak,

“Ben- be-n özür dilerim. Ben böyle acı çekeceğini anlamadım gerçekten. Özür dilerim. Yiğit” dediğimde bana sımsıkı sarılan kolların bedenimden hiç ama hiç ayrılmamasını diledim. Ne kadar acı çekmiş ve ne büyük hayal kırıklıkları ile savaşmış. Nereden bilebilirdim ki, aklıma nereden gelebilirdi ki. Onca yaşanan acıya bir acıda ben eklemiş oldum. Bundan sonrasında asla bu şekilde bir düşüncesizlik etmemeye o an oracıkta kendime söz verdim ve kalbi yaralı bu mükemmel adama sımsıkı sarıldım… tüm kalbimle, tüm benliğimle ait olduğum tek adama sımsıkı sarıldım…
………………..
Sabahın ilk ışıkları gözüme vurduğunda gülümseyerek uyandım. Uyandığımda yatağın boş olması beklediğim bir şey olmadığından hemen yatakta doğruldum ve balkondan gelen Yiğit’tin sesine kulak kesildim. Yiğit kiminle konuşuyorsa,

“Hayır, söylediğim gibi olacak. Hiç bir şey bilmeyecek ve listenin dışına da çıkılmayacak, ölçüleri size gönderirim.”  Dedi ve benimle karşılaştığı anda hızla

“Tamam, bunları hallettiniz zaman arayın diğer prosedürleri görüşelim” dedi ve telefonu kapadığında konuşmasına anlam verememiştim. Yiğit,

“Bir dava için güzelim erkencisin” diye açıklayım sorduğunda tedirgin bir sesle

“Sabahın 8'demi üstelik Pazar günü? “ diye sordum. Yiğit kendinden emin bir sesle

“ Duruşma pazartesi güzelim” dedi ve daha fazla soru sormama izin vermeden beni hızla kucakladığı gibi

“Bu sabah kahvaltıdan önce tatlıya ne dersin?” diye söylendi ve ben sadece kıkırdamakla yetindim. Ben kucağında çırpınırken Yiğit, yatağa doğru yol aldı. Her ne kadar kendimi anın büyüsüne bıraksam da aklımda telefon konuşması vardı…
…………..

Yataktan zorla da olsa kopup kahvaltıya inmiş. Kahvaltının ardından da şirkete gitmiştik. Uzun sürenin ardından fazlasıyla işim vardı ve bu işin gücün arasında Bahar’ın arkadaşı için gelinlik bakma telaşına beni de sürüklemesi istemine elimden geldiği kadar karşı koymaya çabalıyordum. Kızın düğün öncesi ayağında bir sıkıntı vardı ve ölçüleri benimle bir olduğundan gelinlik denemesinde benden yardım istiyorlardı. Bu delilikti. Hiç istemiyordum. Aslında ona yardım etmemeyi değil, hiç gelinlik giymeden evlenen biri için bir başkasının gelinliğini giymek dayanılabilecek durum değildi. Hiç biri bunu anlamıyor, boş yere ısrar ediyorlardı.
2 saatlik bir kafa ütülemenin ardından dayanamayarak kabul etmiş ve bahar ile birlikte soluğu moda evinde almıştık. Şuanda belki de 100 gelinliği giyiyordum. Her biri mükemmel olmasına rağmen, hiç biri beni yansıtmıyordu. Gelinlik hayalim her zaman prenses gelinlik olmuştu. Straplez, sade ve şık. Her genç kızın oluğu gibi benimde kendimi beyazlar içinde görme hayalim vardı. Evet, her geç kızın hayali olan bir adam ile evli olabilirdim ama bir gelinlik giymeyi, bir düğünüm olmasını en azından bir fotoğrafımın olmasını isterdim. Derin bir nefes aldım ve bir an fark ettiğim gelinlik ile gözlerim ışıldadı. Tamda aklımdan geçen gelinlikti. Hızla platformdan indim ve hızlı adımlarla gelinliğin yanına gidip,

“Bunu bir kez deneyebilir miyim?” diye sordum. Satışçı kadın gözlerime sen deli misin? Dercesine bakarken geriye dönüp Bahar ve arkadaşına

“Kusura bakmayın sadece 2 dakikamı almayacak. Çok beğendim içimde kalmasın üzerimde görmek istiyorum.” Dediğimde kızlar, ilk önce birbirlerine gülümseyerek baktılar. Sonrasında ise bana bakıp gülümseyerek

“Hiç sorun değil” dediklerinde hızla kabine girip, üzerimdeki bu aşırı süslü, kabarık ve gereksiz taşlı gelinlikten kurtulup, elimde askıda duran ve sadeliği ile şıklığını ön plana çıkaran gelinliği giymeye başladım.
………………….

Hiçbir elbise bir bayanda bu kadar güzel durmaz. En çirkin kız bile bir gelinliğin içinde melekler kadar güzel olabilirdi. Hayatımda giydiğim hiçbir elbise bu kadar mükemmel, bu kadar kusursuz olmamıştı. Sade ve şık. Rüya gibi. Aynada üzerime giydiğim gelinliğe bakıyordum. Bu gerçekten çok güzeldi. Onu onaylarcasına Bahar

“Bu gelinlik harika!” diye şakıdı resmen. Bense ona dönerek,

“Kesinlikle alacağım tek gelinlik olurdu. Onun için bunu üstünde bir denemelisin” dedim ve kızın gözlerindeki gülümsemeyi gördüm.  Ve içimdeki burukluğu hissettim. Bu gelinliği ben giymek isterdim… Bu gelinliği giyebileceğim bir düğünüm olsun isterdim.
………………..
Yorucu bir gündü. Yorucu ve imrendiriciydi. Her ne kadar imrenilecek bir evliliğe sahip olsam da, imrendiğim bir sahneye şahit olmuştum. Hiçbir zaman kendim için şahit olamayacağım bir sahneye. Gün bitmiş ve eve gelmiştim. Mutlu bir şekilde yemek yemiş salona geçmiştik. Herkes kendi halindeydi. Rubi bile. Kadir telefon da, yiğit, şaşılacak derecede telefonda vakit geçiriyordu. Sürekli bir yazışma ve anlamadığım kadar garip konuşmalar. Yeni bir dava almış olmalıydı. Fazlasıyla gergin, fazlasıyla programcıydı. Ama ben bunlara kafa yoramayacak kadar yorgun ve uykusuzdum. Artık uyumak istiyordum ve öylede yaptım. Odama çıktım, üzerimi değiştirdim. Ve uykuya dalmak için yatağa girdim. Yatak öyle huzurlu ve rahat hissettirdi ki hemen uykuya dalmaya başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra yatağa gelen Yiğit, bedenime sarılıp beni kendine çekip, saçlarımın üzerine bir öpücük bırakarak

“Yarın olanları umarım beğenirsin güzelim” diye fısıldadı. Bedenim bunu sorgulayacak, herhangi bir soru soracak kadar bile enerjiye sahip değildi. Uyku tamamen bedenimi ele geçirdi ve huzurlu kollarda huzurlu bir uykuya daldım. Yarın beni bekleyen her ne varsa, yarına kadar beklemeliydi.



2 Eylül 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 42. BÖLÜM

                 
                                                          “BAŞAK KİM?”
Aylin
Aşk nasıl bir şey diye sorsalar bana, ne derdim bilmiyorum. Ta ki bu kollarında kaybolduğum adamı tanıyana kadar. Aşk güvendir. Aşk büyüdür. Aşk huzurdur. Nefes almak yaşamak. Yanında bir kule gibidir. Geceler onunla olduğun yatakta karanlık değildir. Korku hep uzağındadır. Umut her şeyde vardır. Hayal kurmaktan korkmazsın. En önemlisi de. Hayallerin gerçek aşk içinse her zaman gerçek olur. Hayatta hiçbir zaman mutlu olamayacağımı düşünürdüm ben, ama öyle değildi. Yani en azından yiğit gelene kadar…
Ofisten çıkmamız, eve gelmemiz, kendimizi şehvetin kollarına bırakmamız sadece dakikalar almıştı. Kocaman bir ev, yine kocaman bir yatak odası. Kocaman bir yatakta birbirimize sarılmış uyuyorduk. Ya da en azından Yiğit öyle yapıyordu. Seviyordu. Her şeyimle, her şeye rağmen. Bende onu seviyordum bu mükemmel sertlikteki aşk dolu adamı gerçekten çok seviyordum…  Öyle derin ve huzurlu uyuyordu ki ona bakmaya doyamıyordum. Yüzünün keskinliği ama aynı zamanda çekiciliği göz kamaştırıyordu. Sonra bir şey oldu. Huzurla uyuyan suratı kasıldı. Kaşları şiddetle çatıldı ve bir anda yüksek bir sesle

“Lanet olsun Başak neden!!!” diye haykırarak yerinde sıçradı. Başak? Ne neden? Bir an nerede olduğunu anlamak istercesine nefes nefese odayı bakışlarıyla taradı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Gözleri korku dolu bakışlarla gözlerimi bulduğunda ise duraksadı. Bedeninde gözle görülebilecek bir rahatlama belirdi ve kendini yatağa bıraktığında derin bir nefes verdi.  Yüzü ter içinde kalmıştı. Üzerine doğru eğilip, elimi yüzüne yerleştirerek

“İyi misin?” diye sordum. Sadece başını evet dercesine sallayarak cevap verdiğinde şu anda kim? Ne? Nasıl? Neden sorularının yeri değildi ve çenemi kapalı tutarak yanağına bir öpücük bıraktım. İçimden bir ses,

“Başak kimdi? Eski sevgilisi mi? Hala rüyasında görüyorsa ne yaşamışlardı?” diye fısıldayıp duruyordu. Aklımdan geçenlerle dilim resmen savaşıyordu.
…………………………………

  Yaklaşık bir hafta Amerika’da mükemmel bir şekilde geçmişti. New York sokaklarını Yiğit ile gezmiş, bu şehirde her ne kadar yorulsam da, bir o kadar hayran kalmıştım. Fazlasıyla büyük binalar, fazlasıyla çok insanlar vardı. Hiç biri bir diğeri ile ilgilenmiyordu… Lüks restoranları,  korkutucu denizi vardı. Ama her şeyi ile artık geride kalıyordu. Yiğit İle hava limanındaydık. İstanbul’a geri dönüyorduk. Birbirimizden koptuğumuz o sıcacık mutlu evimize dönüyorduk. Rubi ve Kadir’i de fazlasıyla özlemiştim. Bu düşüncelerimi bozan yine bir uçağa biniş anonsuydu ve bu anons bizim içindi. Yiğit burnumun ucuna bir öpücük bırakarak,

“Hadi evimize dönelim artık” dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Onunda evimizi özlemesi beni çok mutlu etmişti. Yürürken koluna girmiştim ve kulağına doğru eğilerek,

“Eminim Rubi’de seni çok ama çok özlemiş olmalı” dediğimde gülümseyen Yiğit,

“O beni çok aldattı. Onun için özlemesini kabul etmiyorum. “ dediğinde ise bu sefer ben kahkaha atmamak için savaşmıştım . Yiğit, bu halime bakarak,

“Yalan mı? Bora, Selim ve eminim ki şu anda da Kadir ile uyuyordur.” Dediğinde yanağına bir öpücük bırakarak,

“Eminim onunla uyumaktan haz etmiyordur. En son beraber uyuduklarında boğuluyordu.” Dedim.  Yiğit ne demek istediğimi anlamak istercesine suratıma bakarken, hızla

“Gece yatağında yatmış. Kadir de dönerken altına almış. Acı hırlaması olmasaydı ve ben duymasaydım. Kesin boğulurdu.” Dediğimde gözlerimin nasıl baktığının farkında bile değildim. Bu bakışıma Yiğit,

“Bu bakışlardan anlıyoruz ki hemen arkasından Kadir’de boğularak ölebilirmiş.” Dediğinde ise sırıtarak

“Kesinlikle” dedim. Sonrasında kontrollerimizi yapmış, uçağa yerleşmiş, üstelik kalkışı da gerçekleştirmiştik. Uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Aklımda tek soru vardı ve ona nasıl soracağım konusunda herhangi bir fikrim yoktu. Sorsam konuşur mu? Tepki gösterir mi? Diye endişeleniyordum. Ama Başak denen kadının kim olduğunu, neden Yiğit’in rüyalarında yer aldığını bilmeden rahat edebileceğimi de düşünmüyordum.
……………………..

Uçak havalanalı yaklaşık 3saat olmuştu. Sabah erken saatlerde kalktığımızdan ikimizde bir süre uyuklamıştık. Ta ki kahvaltı için servisler başlayana kadar. VİP bölümünde olmanın verdiği rahatlıkla keyifli bir yolculuk yapıyorduk. İkram olarak uzatılan sallama çaya tiksinti ile bakan Yiğit mırıldanarak,

“Kendi ülkemin çayını alıp bu şekilde rezil bir ürün olarak göndermelerinden ve üstelik birde bunu alanlardan gerçekten nefret ediyorum.” Diye söylendi. Bu cümleyi kavrayamayarak,

“Ne?” diye sordum. Yiğit bu soruma karşılık, eline kendisine uzatılan sallama çay poşetini alıp, bana açıklamak istercesine göstererek,

“Bunun içindeki çaylar, Rize’de toplanıyor. En iyi şekilde işleniyor ve yurt dışına gidiyor. Ardından orada bu şekilde iğrenç poşetlere koyulup, ülkemize iki katı paraya satılıyor. Ve ülkemizdeki insanlarda bunun için Pazar oluşturuyor.” Dediğinde ne söylemek istediğini anlamış ve üzülmüştüm. Çayı geri vererek içmedi. Kahvaltıyı sandviç ile yapıp, sessizliğe gömüldüğümüz anda yine aklıma gelen soru ile dişlerimi sıktım. Kimdi bu Başak? Soramazdım.  Ya da ben sormamalıydım. Duyduğumun farkında, kendi uygun zamanda açıklamalıydı. Ama bu uygun zaman gelene kadar da çıldırabilirdim… Eminim Yiğit’in en çok hoşuna gidende bu olurdu.
………………….

İstanbul, havası her ne kadar berbat, trafiği her ne kadar cehennem, insanları her ne kadar aceleci olsa da, dünyanın hiçbir metropol şehrine değişmezdim. New York kadar mekanik bir şehir olamazdık elbette ama sıcacık bir şehrimiz vardı. Uçaktan çıkıp valizimizi almış, çıkışa doğru yürümeye başlamıştık.
Valizler elimizde çıkışa gelmiştik. Kapıda bizi bekleyen Selim ile göz göze geldiğimde beni uğurlayan adamdan eser kalmadığını gördüm.  Bu gerçekten çok güzeldi. Selim bize doğru yaklaşırken hemen arkasından çıkan Elif ile benimde yüzüm aydınlandı. Onu uzun süredir görmüyordum ve fazlasıyla solgun görünüyordu. Elif bana, selimde Yiğit’e sarılırken, Elif’in kulağına

“Çok bitkin görünüyorsun” diye fısıldadım. Elif sessizce

“Yorgunum ondandır” dediğinde anında duraksayan Selim ile göz göze geldik. Sinirli, hatta öfkeli bir yüz ifadesindeydi.  Biraz sert çıkan ama sesinin tonunu ayarlamış bir şekilde

“On gündür neyin yorgunluğu anlamadım. Neden bir doktora gitmemek için dirediğini anlamıyorum.” Dediğinde ise Bana sarılı bir şekilde duraksayan elif derin bir nefes vererek, artık bu sorudan sıkıldığını, hatta bıktığını belli edercesine,

“Yoğun çalışıyorum doktorluk bir durum yok” diyerek karşılık verdi.  Tepkisi ile bir tezatlık oluşturan görüntüsü arasında sıkışıp kalmış bir ses tonu vardı. Sanki yolunda gitmeyen bir şey vardı ve bunu söyleyemiyormuş gibiydi. Onunla bu durumu konuşmayı aklımın bir kenarına yazarken, Yiğit ile göz göze geldim. Onunda kaşları çatılmıştı. Selim’in bu hareketleri çokta normalmiş gibi görünmüyordu.
………………

Hava limanındaki kısa merhabalaşma sona ermiş ve eve gelmiştik. Evde Rubi ve Kadir ile karşılaşmış, Rubi’nin tatlılığında huzur bulmuş ve dinlenmek için odamıza geçmiştik. Odaya girdiğimiz anda gözlerim yatağı bulmuştu. Ne kadar zor 2 hafta geçirmiştim ben bu yatakta. Ne kadar soğuk ve acı verici. Hepsi geçmişti. Hepsi geride kalmış ve artık bu yatakta beraber uyuyacaktık. Aklımdan geçenleri okumuşçasına elini yüzüme yerleştiren Yiğit, derin bir nefes alarak,

“Biliyorum.” Dedi ve konuşmama izin vermeden devam etti.

“Zordu. Bir daha olmayacak. Benim içinde fazlasıyla zor geçti. Saçmalık olduğunu biliyorum ama iyide oldu. Senin olmadığın bir zamanda, neresi olursa olsun, yaşanmıyor. En az senin kadar acı ve zor zamanlar geçirdim. Hakkımda az şey bildiğini biliyorum.” Dedi ve sustuğunda fısıldayarak,

“Anlat” dedim. O an yutkunduğunu gördüm. Yiğit benim için hep güçlüydü. Güçlü ve acısız. Belli oluyordu bir şeyler yaşadığı ve bunu anlatmama nedenleri olduğunu da fark edebiliyordum. O konuşmazken bu sefer aklıma gelen Başak kim sorusu bu sefer

“Başak kim?” diye fısıldanarak çıktı. İstemsiz, engelsiz çıkan bu soru ile gözleri kararan Yiğit elini yüzümden çekerek,


“Beni kadınlardan, aşktan soğutan tek kişi” dediğinde kalbimin acıdığını hissettim. Daha önce aşık olduğunu bilmiyordum. Ya da aşık olabileceği bir kadının olduğunu. Bu his içimin yanmasına sebep olmuştu. unutmadığı, nefret edebilecek kadar sevebildiği bir kadın mı vardı. Hala rüyalarına giren, pişmanlıkla yanım kavrulmasına neden olan bir kadın?... İçimde ve aklımda savrulan sorular beni kavururken, sadece anlatması için gözlerine baka kaldım. Aşık olduğu kadını anlatmasını, ondan neden nefret ettiğini anlatmasını istiyordum…