: "width=1100"' name='viewport'/> ÖZLEM ÇORAPÇI AYDEMİR HİKAYELERİ: Ağustos 2016 xgbtipjytrul.ozlemaydemir.com.

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Gecemin Yıldızı 41. Bölüm


                                                    “EMİN OLABİLİRSİN”

YİĞİT’TEN

İğrenç bir gün daha. İğrenç ve sıkıcı. Bu büyük yatakta Aylin’de olmalıydı. Ona sarılarak, boynundan öperek ve onunla sevişerek güne başlamalıydım. Deri bir nefes aldım ve beni bekleyen sıkıcı prosedürleri halletmek için New York’ta olan ve şirkete sadece yürüme mesafesinde bulunan Bora’nın evinde bu koca yataktan kalktım. Duş aldım. Üzerimi değişip, odamdan dışarıya çıktığımda, kahvaltı masasında oturan bora ile göz göze geldim. Lanet olsun nasıl oluyordu da dün geceki o eğlencenin ardından bu kadar zinde kalkabiliyordu. Şaşılacak şeydi. Bünyesine hayrandım. Dün akşam Bora ve buradaki patron arkadaşlarıyla dışarıya kafa dağıtmak adına çıkmış ama 1 saat içinde geri gelmiştim. Fazlasıyla içkili ve bir o kadar da kadın yoğunluğu vardı. Bora gülümseyerek,

“Günaydın kaçak” diye seslendiğinde derin bir nefes alarak,

“Günaydın pislik “ diyerek karşılık verdim. Gerçekten pislik herifin ta kendisiydi. Masaya yaklaşıp tam oturacağım esnada masaya baktım. Masada her şey vardı. Peynir, omlet vs. ama yüzümü ekşittim. Lanet olsun Aylin’in hazırladığı kahvaltıları özledim. Onun o sıcacık gülümsemesini, hazırladığı sandviçleri bile özledim. Bakışını gülüşünü özledim. Gözlerim kolumdaki saate gittiğinde saatin çoktan 8:30 olduğunu fark ettim. Türkiye saatine göre kesinlikle uyumuş olmalıydı. Derin bir nefes verip, önümdeki kapaktan bir dilim peyniri ağzıma attım. Sallama çay, lezzetsiz kahvaltı. Tamamen içimi karartmıştı. Oflarken Bora ile göz göze geldim. O keskin rahatsız edici bakışları gözlerimden bir saniye bile ayrılmıyordu ve bu beni gerçekten çok geriyordu. Pisliğin haklı olması da canımı fazlasıyla sıkıyordu.  Bora,

“Onu özlüyorsun. İçin içini yiyor ve gerginlikten öleceksin. “ dediğinde içimde bir yerler de kalbimi sıkan nefes almamı engelleyen bir şeylerin olduğunu hissettim. Kravatımı gevşetip, sert bir sesle

“Evet özledim. Lanet olasıca çeneni kapa artık. Ona çok kızgın olsam da onu deli gibi seviyorum. Evet özlüyorum.” Dediğimde küçük bir sırıtmayı beklemiyordum.  Bu gün öğrenmesi gerekeni fazlasıyla öğrenmişti. Onun için konuşmaya devam etmenin bir mantığı yoktu. Masadan kalkıp,

“Ben şirkete geçiyorum.” Dedim ve hızla yürümeye başladığımda Bora alaycı bir sesle

“Ben geç geleceğim, bir arkadaşımı almam gerekiyor” dediğine sadece derin bir nefes aldım. Gözlerine alaycı bir tavırla bakarak,

“Burada ki şirket istenilen kıvama gelmediği sürece senin İstanbul’a dönmeni onaylamaması için Hasan amcayı sonuna kadar fişekleyeceğimden emin olabilirsin. Buraya fazlasıyla yatırım yapıldı ve henüz gelişme sürecinde” dediğimde hala suratıma sırıtarak bakması katlanılacak bir olay değildi. Bora sırıtmasına devam ederek, sandalyeden kalktı. Elindeki peçete ile ağzını silip, portakal suyunun son kalan yudumunu içip yanıma kadar geldi ve

“Buradan İstanbul’a döndüğünde en azından geride işime yarayacak birkaç eleman bırak daha şimdiden 4 elemanın istifa ettiğini duydum. Üstelik tamamı hukuk departmanından” dediğinde gözlerine dik dik bakarak,

“Sadece işlerini yapmaları gerekiyor. Erkek avcılığı değil. Elemanlarını işe alırken, mesai yapabileceklere dikkat et.” Dediğimde Bora kaşlarını çatarak,

“İstifa eden tüm elemanlar 8 saat mesai yapıyordu.” Dediğinde sinirlenerek,

“mesailerini masanın sandalyesine oturarak yapmaları gerekiyor. Üstünde oturarak değil. “ diye söylendim. Bunu duyduğunda kahkaha atan Bora,

“Yiğit ve prensipler. Tamama her neyse en azından birkaç tane geride bırak” dediğinde sıkıcı bir nefes alıp verdim ve

“Nasıl biliyorsan öyle yap. “ deyip hızla yanından uzaklaştım. Pisliğin arkamdan kahkaha atmasına gri dönüm o suratının ortasına sıkı bir yumruk atmak istesem de şeytanı başımdan def edip otoparktaki aracıma binmek üzere kapıya yöneldim.
………………………………………………

İstanbul’da trafik olduğunu iddia eden insanların buradaki trafiği görmeleri lazım. Araba milim ilerlemiyor. Evden yürüyerek işyerine girmeyi deneseydim, eminim ki şu anda masamda olabilirdim.  Sıkıcı ve yorucu bir trafik vardı. Gerçi İstanbul’da da böyle hissediliyordu. Fakat o zaman arabanın içinde Aylin olurdu. Kokusu beni her zaman sakinleştirir, iyi hissettirirdi. Lanet olsun gömleğini değil parfümünü yanımda getirmem gerekiyordu. Aylin beni bu trafikte mutlu edecek gülümsetecek bir şeyi mutlaka bulurdu. Şimdi ise bu iğrenç trafikte, saçma sapan bir ülkede, sadece kendini düşünen insanların arasındaydım. Kahretsin burada ne yapıyordum ben. İçimden bir ses, bu haykırmama

“Salaklık!” diye karşılık verdi. Evet, salaklık yapıyordum. Burada resmen salaklık yapıyordum. Benim ona çok sinirli olsam da, çok kırgın olsam da Aylin’in yanında olmam gerekiyordu. Geri dönmem ve o evde onunla olmam gerekiyordu. Bu halimden kurtulmam gerekiyordu. Herkes başak gibi olamazdı. Hele Aylin hiç. O onu sevdiğime inanıyordu. Beni seviyordu. Benimle bir ömür yaşayacak ve tekrar çocuğumuz olacaktı.
……………………..
Sonunda trafikten kurtulup, şirkete girmiştim. Etrafımdaki kadınların, şehvetli ve davetkar bakışları gerçekten rahatsız ediciydi.  Parmağımdaki yüzüğü göremeyecek kadar basit insanların olması sinir bozucuydu. Onun için kimseye bakmamaya özen göstererek ofisime doğru yürüyüp,  hızla ofise girdim. Masama geçtiğimde tüm evraklara bakıp derin bir nefes alıp verdim. Bu evrakların iki haftalık işi vardı. Hemen geriye dönmek istesem de bu imkansızdı. Aylin ile beraber gelmek istemiştim. O kahredici olay olmasaydı şu anda onunla beraber burada olacaktım. Eminim ki daha önce benimle beraber Bursa’ya gelişi haricinde İstanbul’dan dışarıya çıkmamıştır. Onun içinde değişik bir seyahat olabilirdi…. Bu düşüncelerin sonu yoktu. Saat henüz 9:00 olmuştu. İşe başlayıp, bu işlerin hepsini sonuçlandırıp, hemen Türkiye’ye dönmem gerekiyordu.
…………
1 saat sonra
Bu kadar davanın olması ve bu kadar evrak kaybının olması gerçekten saçmaydı. Bora gerçekten sandığımdan da düşüncesiz davranıyordu. Aklının hala geçmişindeki hatada olduğu kesindi. Ama kendini bulmazsa önüne sunulan şansı tepebilirdi. Azra günün birinde ona bir şans vermeye karar verirse onun bu kişiliği bunu engelleyecekti. Prensibi olmayan bir adam düzeldiğini ispatlayamazdı. Bu düşüncelerde kaybolurken midemin yanmasına yüzümü ekşittim. Sabah bir şey yemediğimden kahveye yüklenmiştim. Oda sonunda midemi yakmıştı. Bu asistanın getirmesi gereken evraklar henüz gelmemişti. Zaten bitirebildiğinden de emin değildim. Sonunda kapı ürkekçe çaldığında bunun Jessica olduğunu anladım ve derin bir nefes alarak

“Gel” diye bağırdım. Birkaç saniyenin ardından kapı açıldı. Kız fazlasıyla ürkekti ve ona baktığım anda eli ayağına dolanıyordu. Onun bu saçma sapan haline dayanamadığımdan ona hiç bakmadan elindeki evrakları bırakmasını istiyorum.” Masamın yanına kadar geldiği de burnuma dolan koku ile afalladım. Aylin’e has kokuydu bu koku. Artık kafayı yiyor olmalıydım. Artık özlem fena zorluyor olmalıydı. Diye düşünürken tam önüme bırakılan sandviç ile resmen nefesim kesildi. Buradaydı. Başımı yavaşça yukarıya kaldırdım. Gözleri o yeşil cennetinde kaybolduğunda kalbim hızla atmaya başladı. Onu ne kadar özlediğimi o gözlerde kaybolduğumda anladım. Şu iki hafta da ne kadar da aptallık etmiştim. Ürkek bakışları benim ne söyleyeceğimi nasıl tepki vereceğimi kestiremediğindendi. Titrediğini fark edebiliyordum. Biraz ona işkence çektirmek hoşuma gidiyordu. Nede olsa bu ayrılığın sebebi kendisi olmuştu. Yavaşça yerimden kalkarken, refleks olarak bir adım geri gitmesine gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Bu tavırlarını, bu bakışlarını, bu kokusunu lanet olsun onu çok özlemiştim. Ayağa kalkmamla Aylin’in kekeleyerek,

“ Be-ben şe-y sandviç-leri -mi özlemişsindir diye düşündüm” demesini içimdeki arzular ve bedenim dayanamayarak aradaki mesafeyi kapatıp onunla burun buruna geldim. Ciğerlerime dolan kokusunu daha da içime çektim. Bu koku fazlasıyla baş döndürücüydü. Resmen bağımlı gibi kendine hapsetmişti. Tekrar gözlerimi açmamla Aylin’in bakışlarına hapsolmam bir olmuştu. Kontrolüm dışı kelimeler ağzımdan

“Özlediğim sandviçlerin değil” diye bir cümle çıktığında, bakışlarım dudaklarına kaydı. Dolgun, titrek ve davetkar. Titreyen sesi ile tekrar

“Ne?” diye sorduğunda artık dayanamayacağımı fark ediyorum. Ellerim kontrolsüzce beline dolanıyor, onu hızla çekip dudaklarım özlediğim dudaklar ile buluşuyor. İşte bu. Özlediğim buydu. Bu dudaklar, bu ten, bu koku, bu ses ve bu masumluk. Her biri ayrı ayrı özlenmeye değerdi. Tüm bedenim canlanmasına yetecek kadar arındırıcı, tüm ruhumu iyileştirecek kadar huzurlu. Büyülü bir tattı dudaklarındaki. Bağımlısı olduğum bir büyü. Onu nefessiz kalana kadar öpüyorum ve dudaklarımı dudaklarından çekmemek adına resmen savaşıyorum.  Elleri boynuma dolanırken, ciğerlerimin nefessizlikten yanmaya başladığını hissediyorum. Onunda aynı acıyı çekeceğini fark edip dudaklarımı dudaklarından zorda olsa ayırıp, gözlerim kapalı bir şekilde alnımı alnına dayıyorum. İkimizde nefes nefeseydik. Anın verdiği şokla

“Aylin” diye fısıldıyorum.  Bu inanılmaz bir şeydi. Kontrol manyağı biri değildim ama nerede durmam gerektiğini her zaman bilir ve kendimi kontrol edebilirdim. Bu nedense bu hatunda işe yaramıyordu. Ben hayatımda bedenimin bu şekilde hissettiğine hiç tanık olmamışım. Ruhum canlanmıştı resmen. Gözlerimi açmamla gözleri dolu dolu olmuş bana bakan Aylin ile karşı karşı ya kaldım. Lanet olsun bir hatuna ağlamak bile yakışır mı? Ağlamak bile bir kadında bu kadar hoş, bu kadar seksi durur mu? Benim hatunumda dururdu. Ellerim belinden yüzüne çıkarken, yüzlerimiz arasında bir boşluk bırakarak gözlerine baktım. Aylin titreyen sesi ile

“Yiğit özür dilerim  ben..” dediğinde ne söylemek istediğinin farkındaydım. Onun için hızla dudaklarına bir öpücük daha bırakıp susmasını cümlesini tamamlamamasını sağlıyorum. Bu durumda ikimizde haksız ve hatalıyız. O odayı kaldırırken hata yaptı. Ben ise Amerika’ya kaçmakla hata yaptım. Onun için onun o melek ama yorgun yüzüne gülümseyerek,

“ikimizin de aptal olduğunu söylüyor, bu konuyu burada kapatıyorum güzelim. Üstelik açılmamak üzere kapatıyorum. Anlaşıldı mı?” diye soruyorum. Yorgun yüzü şaşkınlık ifadesine büründüğünde kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Bu halimi belli etmiş olmalıyım ki çatılan kaşları ile

“Tam bir çelik adamsın. İlla kabuğunu kırman için buraya gelmem mi gerekiyordu? Anladın madem neden aramadın? Neden bir tepki vermedin? İki haftadır içimin nasıl yandığını biliyor musun?” dediğinde bu çemkirmeye daha fazla dayanamayıp, dudaklarına ateşli bir öpücük bırakıp susturdum.  Sesi bir anda kesilen Aylin, sıkıca yumduğu gözleri ile gerçekten muhteşem görünüyordu. Dudaklarımı dudaklarından ayırdığımda, gözlerine şehvetle bakarak

“o yangını söndürebileceğimden emin olabilirsin güzelim” dedim. O yeşil cenneti kocaman büyüyerek açıldığında bedenimin huzurla dolduğunu hissettim. Mutluluk ilacı gibiydi. İçince ağrın kesilen ilaçlar gibi, kana karışan uyuşturucu gibi. Tam bir aşktı. Bu hatunu gerçekten seviyordum. Ve bu bakışlarıyla beni huzura boğan hatunda beni seviyordu. İlkti. Karşılıksız, sadece ben seven bir aşk…
Gözlerime şaşkınlıkla bakan Aylin’in kolunu kavradım ve uykusuzluktan ölmek üzere olan bedenini dinlendirmek adına eve götürmeye karar verdim. Tam kapıyı açıp, dışarı çıktığım anda karşılaştığım ve pislik sırıtmasıyla gözlerimi gözlerine diktim. Tam bir gıcıktı. Tam bir serseriydi ve tam bir dosttu. Bu yaptığına bir misilleme yapacağım kesindi. Fakat şimdi bir şey söylemeden karşısından gitmem imkansızdı. Onun için Aylin’in eli elimde Bora’ya doğru eğilip,

“İstanbul’a döndüğünde, Azra’nın karşısındaki çırpınışlarını zevkle izleyeceğim kardeşim. Ve o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.” Dediğimde o keyifli sırıtışının solması tamamıyla zevkli bir duyguydu. Hatta mükemmeldi…. Aylin elimi sıkarak,

“Yiğit!” diye haykırırken ona dönerek,

“Söyle hatun?” dediğimde yutkunmasının verdiği zevkse paha biçilemezdi. Anlık duraksamanın ardından hızla kendine gelerek, Bora’ya dönerek,

“Aslında Yiğit’e kızmıyorum o masum kız her ne yaparsa hak ediyorsunuz. Hem de sonuna kadar. Umarım sizi fena süründürür.” Dediğinde kahkaha atmamak için kendimi resmen tutmak zorunda kalmıştım. Bora ağzı açık Aylin’e bakarken gerçekten şokta olduğunu fark etmiştim. Bakıları şoktan çıkıp beni bulduğunda inanama bir ses tonuyla,

“çeneni tutman gerekiyordu Yiğit.” Dediğinde ellerimi havaya kaldırarak

“Sanırım ama durumlar birden gelişti. “ dediğimde Bora hızla

“Arkadaş olmamaları sağla.” Dedi ve Aylin’e dönüp,

“Şirket dışında sadece Bora demen yeter mi demiştim?” diye sordu ve ardından hızla

“Unut gitsin Aylin kesinlikle patronun muşum gibi davran. Azra’yı kurmaya kalkmayın canınıza okurum haberiniz olsun.” Dediğinde onun o çocuksu siniri kelimenin tam anlamıyla komediydi. Hele ki Aylin’in ellerini beline yerleştirerek.

“O kızın gözlerindeki gücü gördüm ben. Sizi karşısında gördüğü anda bize gerek kalmayacak ve sizi gerçekten süründürecek. “ dediğinde konunun daha uzamasına izin vermeden Aylin’i kolundan çekmeye başladım. Ama Aylin pes etmezcesine

“Hiç ama hiç sizden beklemezdim yani “ diye devam ediyordu ki bunun böyle olmayacağına karar verip onu o anda omzuma attım. Ağzından çıkan tek şey ise çığlığı oldu. Ardından da kanımın kaynamasını sağlayan sesiyle

“Yiğit!!!” diye haykırmasıydı….






   



 
























20 Ağustos 2016 Cumartesi

Duyuru





 


Merhaba arkadaşlar, şu anda aslında hikayemizin finaline doğru yazmaya başladım. hepsi kağıtta olduğundan sizlerle paylaşmam zaman alıyor. yoğun mail trafiği var ve duyuru yapma ihtiyacı duydum. bölümler burada devam ediyor evet kitap olacak. yayın evim finali kitapta bekliyor. sizlere şöyle diyebilirim. final sahnesini okumak için öyle günlerce beklemenize gerek kalmayacak. kitap ile final sahnesi arasında 1 hafta veya 10 günlük bir zaman dilimi olacak. onun için üzülmeyin.

İkinci olarak. bundan sonra yayınlayacağım 2 bölümü Yiğit anlatacak.... Özleyenlere duyurulur...

19 Ağustos 2016 Cuma

GECEMİN YILDIZI 40. BÖLÜM

                                         

                                                        "ÖZLEDİĞİM O DEĞİL "

Gitti acısıyla öfkesiyle kırgınlığıyla beni ardında bırakıp gitti. Bu koca sıcacık evde iliklerine kadar üşüyen beni bir başıma bırakıp gitti. Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi bilmeden sadece hafızamda kalan bebek odasındaki sözleri, ofisteki o bakışı ile evin camından dışarıya bakıyordum. Gidiyorum demedi. Hatta o öfkeli, kırgın bakışını atmaktan başka hiç bir şey yapmadı. O bakışlar aslında o kadar çok şey anlatıyordu ki anlamamak imkânsızdı.  Bitmişti. Acımın verdiği yanlışla her şeyin bitmesine sebep olmuştum. Haklı mıydı? Evet haklıydı. Ama ben onun acısını anlamadığım kadar oda benim acımı anlamadı. Camın önünde gözyaşlarıma inat çağlayarak yağan yağmurun karşısında derin bir nefes aldım. Hayatımda hiçbir şey kolay olmamıştı zaten. Yiğit'e hiç ama hiç kolay biri değildi. Gitmek istedi. Bana varlığının verdiği sertlikle acı vermektense, yokluğuyla cezalandırdı. Ben hayatımdaki cezalara alışıktım. Çektiğim her ceza acıydı. Ama bu acı sadece şiddete dayalıydı. İlk defa ruhuma bir ceza verilmişti. Üstelik bu gerçekten çektiğim en büyük acıydı. Bu ceza ne zaman biterdi bilmiyorum. Gerçi biteceğinden de emin değildim…
Camın karşısında ne kadar durduğumu bilmiyorum. Beni daldığım acı düşüncelerden çıkaran, Kadir’in elini omzuma tam bir abilik içgüdüsüyle yerleştirip,

“Gelecek” diye söylemesiydi.  Elbette gelecekti. Elbette buraya dönecekti.  Ama benim umursadığım, benim canımı yakan gelmesi değil, gitmesiydi. Elimi omzumda duran ve son zamanlarda güvenli bulduğum elin üzerine yerleştirdim.  Sonrasında derin bir nefes alarak,

“Gelmesi değil, gitmesi sorun. Her sorun, her hata, öfkede gidecek mi? Diye düşünmek tarif edilemeyecek kadar berbat bir duygu. Ben hata yaptım evet ama o burada kalmalıydı. Bana birçok ceza verebilirdi. Konuşmayabilirdi. Soğuk davranabilir hatta acısını öfkesini defalarca kusabilirdi. Ama burada kalmalıydı. Kilometrelerce uzağa gidip, cezamı yokluğuyla vermemeliydi. Bu bir şeylerin düzelmesi değil bitmesi olur. Bunu tahmin etmeliydi.  Ya da belki istediği de budur. Bilmiyorum.”  Dediğimde daha fazla konuşmama izin vermeden onunla göz göze gelmem için beni kendi etrafımda döndürdü ve iki elini omzuma yerleştirerek tam bir abi bakışlarıyla,

“Sorun büyük ama aşılamayacak bir şey değil. Bu uzaklık her ikinize de iyi gelebilir. Sadece kalbinizi dinlerseniz çokta uzun sürmeyeceğine eminim.” Diyerek teselli ettiğinde bu konuyu konuşarak her ne kadar uzaksakta acısı hep aynı olacak hatta daha da artacaktı. Sonuç?  Yiğit Amerika’ya gitti. Ben buradayım. Benim acımın ne zaman geçeceği belli olmadığı gibi, onunda ne zaman döneceği belli değildi. Onun için sadece çalışmalı, başka şeyler düşünmeli ve kendimi tamamen dağılmadan toplamalıydım. Bunun içinde Kadire

“Tamam, bu kadarı yeter. Elbet dönecek ve yaşanacak olanlara da geldiğinde karar veririz. Şimdi sabahtan beridir bir şey yemedik karnın aç mı?” diye sordum. Kadir şaşkın bir yüz ifadesi ile başını onaylar anlamında sallarken gülümseyerek,

“Ben üstümü değiştirirken sende pizza söyler misin? Bu günlük dışarıdan yiyelim olmaz mı?   Diye sorduğumda, gözlerindeki şaşkınlıkla bana cevap vermesine izin vermeden yanından gitmiştim.  Çünkü fazlasıyla şaşkın ve fazlasıyla soru sarmaya niyetli gibiydi. Belki de sıkı bir azar yiyecektim.
Merdivenlerden çıkıp odaya girmemle, derin bir nefes alıp banyoya yönelmem bir olmuştu. Hızla yüzümü yıkamış ve aynada kendimle göz göze gelmiştim. Gözlerime odaklanmış kendime bakarken, içimden bir ses , ‘sakın ağlayayım deme! Ağlarsan daha zor olur. Kendini dağıtırsan toplayamazsın Aylin kendine gel!’ diye söylendim ve birkaç kez daha suratıma su çarpıp, havluyla kuruladım. Ardından üzerimi değiştirip, günlük taytımı ve tişörtümü giydim. Saçlarımı da topladıktan sonra salona Kadir’in yanına salona inmiştim.             Kadir koltukta oturuyordu. Her zaman ki gibi telefonu da elindeydi. Son zamanlarda elinden o telefon hiç düşmüyordu. Tabi o telefon elinde olduğundan beridir de suratındaki o gülümseme de hiç eksik olmuyordu. Mutfaktan su almak için ayağa kalktım ve tam mutfağa girecekken çalan kapı ile duraksamıştım. Gelen kesinlikle pizzacı olmalıydı. Kapıya doğru yöneldim ve elim tam kapının koluna gittiği anda arkamdan çekilip, Kadir ile göz göze gelmem bir oldu.  Kadir kızan bakışlarla

“onca olaydan sonra hala kapıyı ardında kim olduğunu anlamadan açmak tam bir çocukluk.”  Dediğinde gerçekten yaramazlık yapmış bir çocuk gibi hissettim. Abisinden azar işiten bir kız gibi gülümsedim ve Kadir bana devirdiği gözlerini çekip kapıyı açmak için beni arkasına çekti. Onun o koca cüssesine arkadan baktığımda, aklıma onunla ilk tanıştığım gün geldi. Öfkeli, acılı bakışlarıyla,

“Bu evde uzun süre kalmayacağım. Benden abilik bekleme çünkü benim hiçbir zaman korumaya değer bir kardeşim olmadı.” Demişti. Bu sözler daha da gülümseme me neden olurken, Kadir’in

“Komik olan ne?” diye sorusu doldu kulaklarıma, elinde pizza ve o mükemmel görünüşü ile Kadir bana soru dolu ifadesi ile bakarken, ona gülümseyerek,

“Seninle ilk tanıştığımızda yani Ayşe cadısı ile eve geldiğin ilk gün ve söylediklerin geldi aklıma.” Dediğimde ise gözleri tiksinti ile kapanıp açıldı. Ardından alaycı bir ses tonunda

“Salak ergen tripleri. Babanı bende sevmiyordum. Üstelik önceki evimizde hemen üst katta çocukluk aşkım vardı. Onu orada bırakıp, o eve gelmek hiç hoşuma gitmemişti. “ diyerek o günkü tavrını açıkladığında, daha da gülümseyerek,

“Kadir ve Aşk? Yani ikiniz yan yana iki farklı iki kutup gibi görünüyor”  diye alayla söylendiğimde Kadir kaşlarını çatarak,

“O zamanlar bir kalbim vardı” diye söylendi. Onun bu karşılığına esprili bir tavırla,

“Şimdi yok mu? Yani son zamanlarda gözle görülür bir şekilde kendini belli ediyor da” diye sorduğumda Kadir’in suratında beliren kırıklıkla yutkundu ve elindeki pizzayı göstererek,

“ şunu soğutmadan yesek iyi olacak. Kalbimi nerede gördüğünü sonra anlatırsın” diyerek yanımdan hızla geçip, salona doğru yürüdü. Bu tavrı garipti. İlk defa onun duygusal anlamda hüzünlendiğini fark ediyordum. Bunun üzerinde çok fazla durmayarak ve fazla soru ile bunaltmadan sessiz kalıp peşinden salona yürüdüm…
……………………..
Salonda güzel bir pizza keyfinin ardından, Kadir ile koyu bir muhabbete dalmıştık. Onun hakkında onca zaman aynı evde yaşamamıza rağmen ne çok şeyi fark etmediğimi gürdüm. O kadar çok farklı özelliği varmış ki şaşırmamak elde değildi. Özellikle okuduğu kitapları duyunca çok oldum. Beni kandırma ihtimaline karşılık konularını sorduğum tüm kitapları bana anlatmıştı. Tabi bu arada rubi ile oyunlarına da devam etmişti. Bir an aklıma Yiğit gelmiş ve hüzünlenmeden edememiştim. Oda şimdi beni aklına getirmemek adına kendine uğraşlar bulmaya çabalıyor muydu acaba. Yoksa umuruna bile değildi ve işine konsantre olmuş. Kendini işine mi vermişti. Derin bir nefes aldım ve gözlerim elimdeki telefonun saatine gitti. Saat çoktan 23.50 olmuştu. Amerika ile aramızdaki saat farkı göz önünde alınırsa şu anda büyük ihtimal iş yerindeydi. Ve çoktan dosyalarına gömülmüş olmalıydı. Telefonda parmağım isminin üstünde dolanırken onu aramakla aramamak arasında gerçekten savaş vermeye başladım. Arayacak olsam açar mıydı? Açsa tepki gösterir miydi? Bunlar beynimde dolanırken, ikinci bir derin nefesi aldım ve hızla yerimden kalkıp,

“Ben artık yatıyorum. İyi geceler” diyerek odama doğru yürüdüm. Odama girdiğim anda burnuma dolan Yiğit’in kokusuyla derin bir nefes alıp verdikten sonra yavaşça yatağa girdim. Onsuz bu yatakta uyumak zor olacaktı. Onun kolları olmadan bu yatakta sadece üşürdüm ben. İyice sokuldum pikeye ve kapadım gözlerimi odanın karanlığında. Arkamda hayal ettim Yiğit’i bana sarılırken, nefesini hissettim ensem yakan ve yaklaşan uykunun kollarına bıraktım ruhumu…
……………………………….
2 hafta sonra
Yiğit gideli iki hafta olmuştu. Hüzünle, yalnızlıkla geçen iki hafta.  İşler fazlasıyla yoğundu ve yetiştirmekte zorluk çekiyorduk. Yiğit gittiğinden beridir hiç aramamış ve kendisinden de bir haber almamıştım. Selim bu durum tüm sorumlusu beni gösterircesine mesafeli davranıyordu.  Sürekli sert konuşuyor, talimatlar veriyor ve gergin davranıyor. Onu haklı buluyorum ama yine de fazlasıyla zorladığının farkında değildi. Onun için şimdilik sessizliğimi koruyordum.  Tüm bunları kafamdan atmaya çabalayarak, ofiste işlerle uğraşıyordum. Kadir her zaman ki gibi tam karşımdaki koltukta elindeki telefonda son zamanlar da oynamaktan zevk aldığı 3. Sırada olan oyunla ilgileniyordu. İlki ve ikincisi ne mi tabi ki ilki Rubi’ydi. İkincisi ise Bahar’dı. Bahar ile yan yana geldiklerinde gerçekten çok eğlenceli olabiliyordular. Eminim elindeki telefon artık sıkmaya başlamıştı ve Kadir’in gözleri odama her an girecek olan Bahar’ı arıyordu. Gözlerimi önümde duran kâğıttan kaldırmadan

“Bahar bu gün yok” diye söyledim. Bir an oyunun durduğunu ve Kadir’in sessizliğini fark ettim. Başımı fazla kaldırmadan, gözlerim gözlerini buldu ve soru dolu bakışları ile bana baktığını fark ettim. Kadir soru yüklü sesi ile

“Nerede?” diye sordu. Hafif gülümsememi fark ettiğinde ise hemen toparlanarak,

“Neden bunu bana söylüyorsun ki?” diye sordu. Kahkaha atarak,

“Sana değil gözlerine söylüyorum. Sabahtan beri onu arıyorlar” dediğimde tam karşılık vereceği anda sert bir şekilde açılan kapımla gözlerim kapıyı buldu. Anında solan gülümsemem ile yutkunmadan edememiştim. Kapıda korkmamı gerektiren bakışlarla bana bakan, Selim vardı. Kapının kolunda duran eli sıkılmaktan bembeyaz olmuştu. Çenesindeki gerginlikten dişlerini nasıl sıktığını fark edebiliyordum.  Gözleri ise resmen öfke saçıyordu.  Selim öfke saçan bakışlarını gözlerimden bir an bile ayırmadan,

“Bebeğini kaybettiğin için depresyonda olduğunu sanıyordum. Ve görüyorum ki depresyondan çıkmışsın” diye sert bir sesle söylediğinde tekrar yutkunmadan edememiştim. Buda neydi şimdi?  Bu öfke, bu şiddet neyin nesiydi? Sabrımı korumaya çabalayarak donuk gözlerle ona bakmama derin bir nefes aldı ve

“Hazırlan pasaport ve vize işlemlerini halletmemiz gerekiyor. Amerika’ya gidiyorsun” dediğinde ise ne diyeceğimi bilememiş bir şekilde şoka girdim. Ne demek Amerika’ya gidiyorsun.? Üstelik neden gidiyorum? Soru soran bakışlarla Selim’e bakarken Selim derin bir nefes daha alarak,

“Yiğit’in bunalımdan çıkması için. Berbat bir durumda ve bunun sorumlusu sensin. Git ortaya çıkardığın yıkımı topla “ dediğinde kekeleyerek,

“An- la- madım be..” daha kekelemekten cümlemi bitiremeden, Selim  sert bir sesle ve işaret parmağını tehdit vari bana dikerek,

“Arkadaşımı geri istiyorum Aylin. Ne yapacağın umurumda değil. Tam iki haftadır bir robot ile konuşuyorum. Onu en son bu halde 3 yıl önce görmüştüm. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyorum. Git ve onu eski haline getir. Ona ne yaptıysan düzeltmeden de sakın Türkiye’ye de geri gelme!” dediğinde cümlelerimin artık anlamsız olduğunu, boğazımın dolduğunu hissettim. Kalbimin atışı sönerken, gözlerimdeki yanma daha da arttı. Kötü müydü? Giden oydu? İyi gelmedi maden neneden dönmedi? Neden burada beni bir başıma bıraktı. Diye haykırırken içimde ayağa sıçrayan cadaloz kılıklı ses ‘onu o hale senin düşüncesizliğin getirdi. Kapa çeneni ve yanına git!” diye bağırdığında yapmam gerekenin bu olduğunu hissettim.  Selim’in o keskin bakışlarına sadece olumlu anlamda başımı sallayarak karşılık vermiştim.
………………………………..
1 hafta sonra
O sert günün ardından tüm pasaport işlemleri hızlanmış, Selim Yılmaz farkı işlemiş ve anında verilmişti. Önceden polis olup olmadığını sorgulasam da, birçok polis arkadaşa sahip olduğunu öğrenmiştim.  Aynı şekilde vize işlemleri de hızla sonuçlanmıştı. Şimdi ise hava limanında elimdeki pasaportum ve biletime bakıyorum. Kulaklarıma dolan uçağa geçiş anonsu ile gözlerim biletten ayrıldı. Hemen kapının oradaydım ve tüm yolcular içeriye alınıyordu. Beni hava limanına Selim, Elif Kadir ve rubi bırakmıştı. Hepsine ayrı ayrı sarılırken Kadir’e

“Rubi sana emanet. Ona sakın kendi yemeklerinden verme! Onun yemeği kilerde her gün bir tas vereceksin unutma. Onu bıraktığım gibi bulacağım.” Dedim ve eğilip Rubi’inin başına bir öpücük bıraktım. Ardından tekrar Kadir ile göz göze geldiğimde Kadir’e çemkirerek

“Sakın onu yatağına da alma! Seninle aynı yatakta yattığı sürece hayati tehlikesi var!” diye söylendim.  Kadir ile en son beraber yattıklarında Rubi’nin acı acı inlemesi ile odaya dalmıştım. Rubi Kadir’in altında almış çıkmak için resmen savaşıyordu. Kadir’e nasıl saldırdığımı ve Rubi’yi oradan alışımı hatırlıyorum ve kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Sonra kendimi toparlayıp, kontrolden geçip uçağa doğru gidiyorum. Beni neyin beklediğini, nasıl bir Yiğit ile karşılaşacağımı bilmiyorum ama içimde bir his vardı. Beni boğsa da nefes almamı sağlıyordu. .. uçağa girip, koltuğa yerleştiğimde derin bir nefes alıp kendimi zamana bıraktım….
……………………………  
Saatler saatleri kovaları, yarı uyudum yarı uyanık kaldım. Aklımda deli sorularla, kitap okudum. Müzik dinledim. Faydası oldu mu? Hayır. İçimde deli duygularla bekledim durdum. Etrafımdaki çoğu insan İngilizce konuşuyordu. Tamam bende İngilizce biliyordum ve hemen yanımda ki sarışın alımlı ve 50 yaşlarında ki kadın sanki merhaba desem uzun bir saat boyunca benimle muhabbet edecekmiş gibi duruyordu. Öylede oldu. Kadın bana

“Merhaba” dedi ve uçağın iniş anonsu yapılana kadar konuşmamız devam etti. Nereye gideceğimi, kimin yanına gideceğimi falan hepsini sordu. Uçak indiğinde ise gülümseyerek yerimizden kalkıp eşyalarımızı alıp uçaktan çıkmaya koyulduk. Güvenlikten çıkıp valizimi bekledim ve gelince hemen alıp çıkışa doğru yürüdüm. Tam hava limanının çıkışından çıkıyordum ki koluma değen el ile durdum. Gözlerim uçakta karşılaştığım kadınla buluştuğunda gülümseyerek ona baktım. O ile o masmavi ama hüzünlü bakan gözleri ile

“51 yaşındayım ve senin yaşına dönme şansı verilseydi,  atmam gereken adımı atardım. Belki de o adımı attığım için ölümü yalnız beklemek zorunda olmazdım. Hayatta sana bahşedilen bu şansı iyi değerlendir.” Dediğinde nutkumun tutulduğunu hissettim. Haklıydı. Yiğit benim dünyamdı. Bana ait bir dünyaydı. Tertemiz güzel bir dünyaydı. Onu allak bullak eden bendim ve bunu tamamıyla düzeltmem gerekiyordu. Bu tertemiz bana hediye edilen güzel dünyayı kaybetme gibi bir seçeneğim yoktu.
Kadın verdiği akılın sonrasında hızla uzaklaşmıştı. Bende onun ardından kapıdan çıkmıştım. Kapıdan çıkar çıkmaz karşılaştığım kişi Bora Bey’di. Gülümseyen o gri gözler beni bulduğunda yarım gülümseme takındım. En asından onun gözleri kardeşi gibi öfke saçmıyordu. Saat farkından dolayı burada daha sabahtı ve sanırım Yiğit şirketteydi. Bora bey hızla yanıma gelip,

“Hoş geldin Aylin” dediğinde ona gülümseyerek

“Hoş bulduk Bora Bey” dediğimde Bora bey kaşlarını çatarak

“İstanbul’da değiliz Bora demen yeterli şirkete geçiyoruz. Yiğit biraz daha böyle devam ederse hiç çalışanım kalmayacak” dediğinde içimden kahkaha attım. Hala aynı aksi adamdı. Hiçbir değişme yoktu.
…………….
Birkaç saat içinde New York sokaklarından geçerek devasa şirkete gelmiştik. Bu şehir tamamıyla taş duvardı. Kocaman binalar ve seri akıcı bir hayat vardı. Saat henüz 9:30’du ve hayat burada iş olarak başlamıştı. Burada benim sandviçlerimi yemediği kesindi ve gelirken yoldun malzemeleri almıştım. Her ne kadar Bora Bey bana deliymişim gibi baksa da önemsememiştim. Şirketin mutfak bölümünde sandviçi yapmış, her ne kadar sallama çayla idare edecek olsa da yeterli olacağını umut ederek Yiğit’in bulunduğu odaya doğru yürüdüm. Şaşkın bakışlar ve Bora bey’in

“Yiğit gerçekten çok şanslı ve sen gerçekten işini biliyorsun Aylin” diyerek alay etmesini kulak arkası ederek kapıyı çaldım. İçeriden sert bir sesle İngilizce

“Gel “ diye bağırdığında yutkunmadan edememiştim. O an Bora Bey ile göz göze geldim ve Bora Bey kaşlarını havaya kaldırarak,

“İki haftadır neler çektiğimizi anlayabiliyor musun? Bunca çalışan patronları olmama rağmen benden bu kadar korkmuyor” dediğinde tekrar yutkundum ve yavaşça kapıyı açıp içeriye girdim. Masasında ve üzerinde beyaz gömleği ve o siyah kemik gözlükleriyle onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Ne kadar uzun zaman olduğunu anladım. Onu görmeyeli yıl olmuş gibiydi. Başını o önündeki dosyadan bir an bile kaldırmadan,

“Dün istediğim dava dosyaları ve ihtar evrakları hazır mı?” diye sordu. Girdiğim özlem duygularından hızla çıkarak ona doğru yürüdüm. Masanın yanına gittiğimde hala bana bakmamıştı. Sert bir sesle

“Masaya bırak” dedi ve ben derin bir nefes alarak elimdeki sandviç ve çayı hemen dosyaların önüne bıraktım. Başını hiç kaldırmadan önce bir donup kaldı ve öylece bekledi. Saniyeler sonra başını kaldırdı ve o keskin kahvelerle göz göze geldim. O kadar derin, o kadar kırgın ve bir o kadar kararmış bakışlar karşısında resmen felç olmuştum. Gözleri gerçekten ben olup olmadığımı sorgularcasına bana bakarken saniyeler, dakikalar gibi geçti. Sonuna bakışını gözlerimden ayırmadan ayağa kalktığında bir adım geri gitmekten kendimi alamamıştım. Yiğit bana o keskin bakışlarıyla bakarken, aptalca kekeleyerek,

“Be-ben şe-y sandviç-leri -mi özlemişsindir diye düşündüm.” Dediğimde bakışları hala çıtı çıkmadan yüzümü tarıyordu. Benim attığım adımı kapatacak kadar büyük bir adım attı be tam dibimde aramızda milimlik boşluk bırakacak şekilde durduğunda, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Saniyeler içinde gözleri tekrar açıldı ve o özlediğim kollar hızla belime dolanıp, beni hızla kendine çekti ve dudaklarımız arasında milimlik boşluk bırakacak şekilde durup nefesi yüzümü yakarken, tamamıyla arzulu çıkan sesiyle,

“özlediğim sandviçlerin değil” diye söyledin. Ayaklarım titremeye, nefesim hızlanmaya başlarken yine kekeleyerek,

“Ne?” diye sordum. Ardından cevap bekleyen bakışlarla ona bakarken Yiğit tek kelime etmeden saniyeler içinde nefesimi kesen tek şeyi yaptı. Dudakları dudaklarımı bulduğunda bedenim sanki başka bir aleme göçmüştü…

  

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Aşk Fırtınası 23. Bölüm


                                                                          




                                                          OYNAYALIM FINDIK

Tekrar eve geri dönmemiz dakikalar almamıştı. O sahnelerin tamamı gözümde canlansa da aynı sahneyi tekrarlamaya gücüm yoktu. Başımda fena halde ağrımaya başlamıştı. Eve girince Doruk ile göz göze geldim. Onunda benden farkı yoktu. Mırıldanarak,

“Çok yoruldum. Nerede yatacağım ben?” diye sordum. Doruk bakışlarının alabileceği en sevecen hali ile gözlerime gülümsedi ve ben şu anda başka bir âleme göçtüğümden emindim. Kahretsin bu adam bu kadar etkileyici olmak zorunda mıydı?  Ya da ben bu adamdan bu kadar etkilenmek zorunda mıydım? Ben bu düşüncelerde büyülenmiş gibi ona bakıp her an bayılmamak adına savaşırken Doruk bana doğru yaklaşıp, elini yüzüme yerleştirdi ve yavaşça enseme yerleştirdiğinde kendine doğru çekti. Tüm bedenim hayatımın sonuna kadar huzurla kalabileceğim tek yer gibi görünen göğsüne çarptı. Sert ve iriydi. Bir o kadar da güvenliydi. Kendimi babamın göğsü hariç ilk defa güvende hissettiğim tek yerdi. Derin bir nefes alıp, onun o ilahi bir koku gibi başımı döndüren kokusunu içime çektim. Doruk o anda

“Burası senin için fazlasıyla rahat olacaktır fındığım” dediğinde ise kalbimin yerinden çıkacakmış gibi çarpmasına engel olamadım. Bu çarpmanın verdiği nefes darlığı ise bayılmam için son gücüyle uğraşıyordu. Umutsuzca direnmekten vazgeçip, kendimi o mükemmel güvenlikteki bedene bıraktım. Bir an ayaklarım yerden havalandı. Başım tam göğsüne yaslandı. Doruk kucağında ben yürümeye başladığında, gözlerimi kapadım. Bu mükemmel bir histi. Ve bitmesini hiç ama hiç istemiyordum. Bir odadan içeriye girdiğimizde bu lanet olasıca baş döndürücü koku daha yoğun gelmeye başladı. Aldığım her nefeste bedenim daha da çok karıncalanıyordu. Bu dayanılabilecek bir duygu değildi.  Doruk beni yavaşça yatağa bıraktığında, hemen oturur pozisyona geçtim ve onunla göz göze geldim.  Tamamen alaycı bir gülümseme takınan o ilahi suratını her ne kadar parçalamak istesem de içimden o dudakları öpme isteği ile kavrulan hisse gözlerimi devirdim. Bu ne azgınlıktır canım. Bir kendine gel diye de azarladım. Doruk alaycı bir sesle,

“ Bence üzerindeki bu elbiseden kurtulman gerekiyor fındığım. Yani rahat etmen açısından. Dediği anda gözlerim kocaman olurken panikle,

“Hayır! Çıplak yatmayacağım” diye haykırdım. Doruk duyduğu cümlenin etkisi ile bir an donuk gözlerle bana bakarken, saniyeler sonra kahkaha atmaya başladı. Öyle kahkaha krizine girdi ki bir an o kahkaha krizinde boğulacağını sandım. Doruk dakikalar sonra zor bela kendine geldiğinde yüzüme alaycı bir tavırla bakarak,

“O küçücük hınzır beyninde ne canlandırdın bilmiyorum ama anladığım kadarıyla süper bir şey. Şimdi onu bir kenara bırakalım.” Dedi ve duraksayıp yüzüme daha çok yaklaşarak

“Şimdilik” dedi ve sonrasında arkasındaki dolabı işaret ederek,

“Dolabım orada, ben aşağıya iniyorum ve gelene kadar kendine şu lanet olası kıyafetten daha az çekici bir şey bul fındık. “ dedi ve yerinden kalkıp odanın kapısına doğru giderken,

“ve aklından her ne geçiriyorsan eminim çok zevklidir ama unut. Bu gece sana dokunmayacağım. Sadece uyuyacağız fındık” dediğinde, utançla kızaran yüzüm ve yerin dibine geçmek isteyen kalbimle hızla yataktan kalktım. Doruk odadan çıkarken gözlerimi kısarak arkasından baktım. Her defasında beni neden intikam planı yapmaya zorluyordu ki? Yani şimdi Doruk’un benim isteğim haricinde bir şey yapmayacağını adım gibi biliyordum. Gerçi istesem de o boyutta bir şey yapmayacağı bariz belliydi. Yine de aklıma gelen şeytanlıkla sinsice sırıttım. Önünde bulunduğum dolabın kapısını açtım ve içinde bulunan beyaz tişörtlerden birini aldım. Üzerimdeki siyah elbisemi hızla çıkardım. Aynı hızla tişörtü giydim. Saçlarımı topladım. Yüzümdeki tozu toprağı temizledim ve aynada kendime baktığımda onca yaşanana rağmen yine de iyi göründüğümü fark ettim. Halime gülümsedim ve yatağa doğru yöneldiğimde kapıda beliren Doruk ile duraksadım. Doruk, donup kaldığı yerden gözleri ile üzerimi süzerken tüm bedenimi yakıcı bir alevin sardığını hissettim. Kahretsin adam sanki bir Süpermen’di ve gözlerinden çıkan ışınla bedenimi yakıyordu.  Gözleri bedenimi taradıktan sonra gözlerimde durduğunda, o kahve cennetinin gece karanlığına büründüğünü gördüm. Bu görüntü karşısında yutkunmadan edemedim. Doruk, gözlerini gözlerimden ayırmadan sakin ama bir o kadar da tehlikeli ses tonunda,

“Tamam, o zaman senin kurallarınla oynayalım fındık.” Dedi ve benim nefesimin kesilmesini hatta tökezlememi sağlayan şeyi yapmaya başladı. Lanet olsun ki böyle bir karşılığı beklemiyordum. Doruk, giydiği siyah tişörtü tek hamlede çıkartıp yere fırlattığında o kasların karşısında erimemenin imkansız olduğunu hissettim. Bedeni tamda kataloglardaki bedenler gibiydi. Böyle bedenlerin saklanması gün ışığına çıkmaması gerekiyordu. Kadınların kalp ve akıl sağlığı için bu kasların sergilenmesinin yasaklanması ve kuralı çiğneyenlerin cezalandırılması gerekiyordu. Şu bazı erkeklerin haftanın her günü saatlerce ağırlık kaldırıp, spor yapıp ortaya çıkarmaya çalıştıkları kaslar var ya işte onların her biri şu anda gözlerimin önünde sergileniyordu. İçimden bir ses, ‘ kızım İpek bu gece sabah olmaz’ diye haykırırken, içimdeki diğer ses ‘aklını başına topla’ diye haykırıyordu. İçimdeki adrenalininde verdiği heyecanla kekeleyerek,

“Şey oyun yok. Ben bir oyun planlamadım. Yani burada sadece tişörtlerin var ve bende sadece birini giydim. Cüssenden dolayı da bir hayli büyük geldi. “ diye söylediğimde Doruk alaycı bir tavırla,

“Yani?” diye sorunca duraksayıp, parmağımla yerdeki tişörtü göstererek,

“Onu giymen her ikimiz içinde iyi olacak” diye anlamasını um arak söylendim. Ama Doruk’un suratındaki sırıtma daha da yayılmıştı. Kahretsin neden bu kadar zorlayıcı oluyordu ki. Doruk yavaş adımlarla bana doğru yaklaşmaya başladığında ise kalbimin duracağını sandım. Onun attığı her adımda kalbim daha da hızlı atıyordu. Adımları tam önümde durduğunda, aramızda sadece milimlik boşluk vardı. Kokusu başımı döndürmeye başlamıştı ve sanırım aklımda çoktan görev yerini terk etmişti. Bu her ne kadar yanlış görünse de şu an kalbimin bunu anlaması imkânsızmış gibi görünüyordu. Doruk ellerini yüzüme yerleştirdiğinde anında kapanan gözlerimle bedenim daha da büyük bir duygu seline kendini bıraktı. Bu kadarı fazlaydı. Doruk beni beklenti içinde kıvrandırdığı esnada dudakları burnuma bu geceki ikinci öpücüğü bıraktığında ise resmen benliğimi kaybetmek üzere olduğumu fark ettim. Nasıl olabiliyor da hem deli gibi korkup, hem de aynı oranda çılgınlık yapmak isteyebiliyordum. Tüm bedenim beklenti ile kıvranırken, Doruk’un elleri yüzümden çekilip, omuzlarıma indi. Ardında parmaklarını kollarıma sürterek, avuçlarımı buldu. Hala dudakları dudaklarım ile buluşmamıştı. Bu çok fazla acı vericiydi. Beklenen dudaklar alnımla buluştuğunda kalbim göğüs kafesimi zorlamaya başlamıştı. Ardından sağ yanağıma bir öpücük bıraktı. Sonra sol yanağıma ve çeneme bir öpücük. Lanet olsun o mükemmel dudaklar dudaklarımı bulmuyordu. Doruk son olarak burnumun ucuna üçüncü öpücüğü bıraktığı anda açılan gözlerim, onun bana şefkatle bakan kahveleri ile buluştu. O kadar içten ve bir o kadar da sevgi dolu bakan gözleri beni içine çekerken Doruk,

“ Bu gece uyuyacağız fındık. Her ne kadar da buna dayanamayacak olsam da yapamam. Her şey kuralına göre yaşanmalı.  Ve bu kural için henüz erken.  Seni seviyorum bundan zerre şüphen olmasın. Ama günü geldiğinde daha güzel olur. Tabi o güne kadar kalp krizinden ölmezsem. “ dediğinde kalbimin kanat taktığını hissettim. Bir insan, nasıl oluyor da bu kadar mükemmel olabiliyordu. Kusursuz ve mükemmel, odunda olsa mükemmeldi uyuzda olsa mükemmeldi. Harika ötesi bir insandı. Bu romantik anın aksine bir anda beni ele geçiren şeytan ile sırıtarak, sinsi bir ses tonunda

“Benim aklıma gelmeyenler, senin aklından çıkmıyor mu uyuz şey? Diye söylendim ve parmaklarımın üzerinde yükselip, burnunun ucuna bir öpücük bıraktıktan sonra göz göze gelip onun o şaşkın bakışlarına gülümseyerek,

“ben burada yatıyorum. Yanımda yatacaksan horlamamaya dikkat et” dedim ve yanından geçip yatağa doğru ilerledim. Arkamdan aldığı derin nefesi verirken,

“Sen gerçekten büyük bir işkencesin fındık” diye söylenmesi kulağıma geldiğinde zaferle sırıttım. Oda kendimden emin ve birazda alaycı bir tavırla,

“uslu, hanı hanım bir kız olmadığımı havalimanında beni gördüğünde anlamış olman gerekiyordu. Orada değilse bile otelde kesinlikle bunu tespit etmiş olman gerekirdi.” Dediğimde ise baba dönmüş ellerini beline yerleştirmiş ve olanca seksiliğiyle bana bakıyordu. Fazlasıyla mükemmel görünüyordu. Ta ki konuşmaya başlayıp,

“Ben bunun farkındaydım. Ama sen aynı zamanda çok inatçıydın. Sana aşık olmam için elinden geleni yaptın!” dediğinde ise gururla gülümseyerek,

“Ben Hande Salman’ın kızıyım. Annemin babamı ne hale getirdiğini hiç dinlemedin galiba? Bir gün anlattığımda hak verirsin.” Dediğimde ise gözleri şaşkınlıkla açılarak, bana baktı. Şok olduğu her halinden belli oluyordu. O halde bile tehdit dolu ses tonuyla

“Yani?” diye sordu. Doruk’un bu sorusuna açıklayıcı bir ses tonunda

“Yanisi şu, babam anneme kendini affettirmek adına sarhoş olmuş, denize düşmüş, hatta hastanelerde yatmış. Yine de bunlara rağmen annem onu fazlasıyla süründürmüş. Sonunda babam annemi kaçırmış. Her ne yaşandıysa o zaman başlamış” dediğimde ise Doruk, gözlerini kısıp tedbirli bir ses tonunda,

“Bana sakın bunca zamandır anneni örnek aldığını söyleme Fındık” diye sorunca ise konuşmam bir anda kesilmişti. İçimden gelen panik gözlerimin kocaman olmasını sağlamıştı. Nefesim fark ettim şey ile kesilirken, içimden ‘kahretsin ayni annemin hayatı gibi yaşıyordum. Babam annemi üzecek bir şey yapmıştı. Annem ise onu uzun bir süre sonra affetmişti. Şimdi ise aynı şey Doruk ve benim aramda oluyordu. Annemin hikâyesi mutlu bitmedi. Benimki de mutlu bitmeyecekti.  Doruk bana gülümseyerek bakarken, gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı. Olmayacaktı. Hiçbir zaman mutlu olmayacaktı. Bir gün bana bir şey olduğunda Beril’in yıkımı gibi yıkılacaktı. Onun için hiç başlamamalıydık. Bunca tehlikenin içinde, etrafımda halam ve onun etrafından bana bulaşan bir çok tehlikenin arasında ikimizde zarar görürdük. Bir kayba daha dayanamazdım. Bir acıyı daha kaldırmazdı bu can. Onun için herkes yoluna gitmeliydi. Bir an önce Amerika’ya büyükannemin yanına gitmeli ve Doruk’u unutmalıydım….


5 Ağustos 2016 Cuma

Gecemin Yıldızı 39. Bölüm


"Gidiyor musun?"


                 


Gözleri gözlerimi delerken kelimelerin her biri boğazımda düğümleniyor çıkmıyordu. Öyle sert bakıyordu ki ona vereceğim cevabın sonrasından korkmamak elde değildi.  Her ne söylersem söyleyeyim beni parçalayacakmış gibi bakıyordu. Yiğit, sert ve sabırsız bir ses tonunda

“Aylin!!” diye artık ona bir cevap vermem adına ismimi haykırdığında kekeleyerek,

“Sadece taşıyorlar” diyerek karşılık verdim. Daha fazlası çıkmamıştı ağzımdan, daha fazlasına sesim yetmemişti. Kaşları cevabıma daha da çok çatılırken,  gözlerini gözlerimden bir an bile ayırmıyordu. Yine aynı sertlikte çıkan sesiyle,  

“Neyi?” diye sordu. Bu soru ile ne diyeceğimi bilemedim. Bunun bana acı verdiğini nasıl söyleyebilirim ki? Bu odanın bana daha kucağıma dahi alamadığım bebeğimi hatırlattığını, bunu aşmanın zorlaştırdığını ve kendimi toparlayamadığımı nasıl söyleyecektim? Acımı dindirebilmem için bunun gerekli olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Beni her zaman anlayan Yiğit, bu açıklamamı dinler ve beni seferde anlar mıydı? Gözlerim gözlerini korkuyla tararken Yiğit’in bu bakışları bu sefer beni anlamayacağını ispatlıyordu. Bu durum karşısında güçlü durmaktan başka seçeneğim yoktu ve sesimin net çıkması için boğazımı temizlercesine öksürdüm. Sonrasında ise net çıkan bir ses eşliğinde,

“İyi olmam için bu odanın boşaltılması gerekiyor. Anlıyor musun bilmiyorum ama daha kucağıma bile almadığım bebeğimin elbiselerinin, yatağının, kıyafetlerinin o yokken burada olması canımı yakıyor. Bu acıyı aşabilmem için gerekli lütfen anla..” dediğimde sadece öfkeyle gözlerime baktı. Birkaç saniye içinde duyduğum en tehlikeli ses tonuyla

“Canın yanıyor öyle mi?” diye sordu.  Sesi set ama gür değildi. Fırtınanın öncesinde tehlike sinyali gibiydi. Hemen kendine bir sığınak bulmazsan seni yerle bir edeceğim tonunda. Temkinli ve tereddütlü bir şekilde başımla onaylamamın ardından beni kolumdan sertçe kavrayarak, odanın içerisine çekti. İçeride odayı taşımak üzere çalışan adamlara sert bir sesle,

“Elinizdekileri bırakın ve dışarı çıkın!” diye bağırdığında adamların odanın dışına çıkmaları saniyelerini almamıştı. Odanın tam ortasındaydık. Tam bebek yatağının karşısındaydık.  Gözlerim odanın her yanında dolandı. Her yer masmaviydi.  Oyuncakları, kıyafetleri battaniyeleri, beşiği örtüleri her şey mavi ve mükemmel derecede güzeldi.  Gördüklerim karşısında yutkunmadan edemedim. İçimde bir şeylerin can çekiştiğini hissediyordum. Kimse anlamasa da bu bana çok fazla acı veriyordu. Her şeyi mavi almıştım. Hepsi çok tatlıydı. Hepsi ona çok ama çok yakışacaktı. Ben onlara bakarken Yiğit gözlerime odaklanarak,

“Bunlar mı iyi olmanı engelliyor?” diye gürleyerek sordu. Sorusuna cevap vermeme izin vermeden eline aldığı bir patiği baba uzatarak,
“Bunun yüzünden mi toparlanamıyorsun?” dedi ve elindekileri yatağa atarak, oyuncakların olduğu yere gitti ve eline aldığı Porsche oyuncak arabasının orada durdu. Elindeki oyuncak araba ile bir an sessizleşerek, birkaç saniye öylece arabaya baktı. Sonrasında ise dolan gözleriyle gözlerim buluştu. Karşılaştığım görüntü ile kalbimin parçalandığını hissettim. Yiğit’in gözünden bir damla yaş süzülürken fısıldayan bir sesle,

“Nasıl oluyor da bu kadar taş kalpli olmayı başarabiliyorsun? Oysa ki ben senin o sevgi dolu kalbine aşık olmuştum. Taş kalpli, soğuk duygusuz bendim. Ne zaman rolleri değiştik. Kaybettiğim o bebek sadece senin değildi. Lanet olsun Aylin bu oyuncakların her birini ben seçtim. Bu arabaları, bu kelepçeleri, bu oyuncak treni, bu topu ben seçtim. Sen nasıl anne olacaksan, bende baba olacaktım.  Bu kadar bencil olmak zorunda mısın?” diye sorduğunda, ona cevap verecek tek kelimem dahi yoktu. Bu soruya nasıl cevap verebilirdim ki? Diye düşünürken Yiğit hızla yanıma geldi ve gözlerime tüm öfkesiyle bakarak,

“Bu odaya girmek zorunda değilsin. Bu odanın varlığını da unutabilirsin. Ama bu odadan hiç bir şey çıkmayacak anladın mı?” diye sorduğunda yutkunmadan edememiştim. Gözleri gözlerimden ayrılmadan öfkesini resmen bakışlarıyla kusuyordu. Bu acı veriyordu. Sadece iyi olmak istiyordum. Amacım ona acı vermek değildi. Bunu anlamamakta neden direniyordu anlam veremiyordum.  Söyleyecekleri bitmemiş gibiydi ve öylede oldu. Yiğit bana daha da yaklaşıp, yüzüyle yüzüm arasında milimlik boşluk bırakarak,

“Ve çocuk istemiyor, bu durumu atlatamıyorsun madem. Bizde yapmayız. Sende kendine fazlasıyla hormon barındıran haplarla işkence etmene son verebilirsin.” Diye söylediğinde nefes alamadığımı fark ettim. Kahretsin doğum kontrol haplarını biliyor. Diye içimden geçirdiğim esnada içimin daraldığını hissettim. Bunu bu şekilde söylemek zorunda mıydı? Diye içimden resmen haykırırken Yiğit birkaç saniye gözlerime öfkeyle bakıp,  bir anda çekerek, hızla odadan çıktı. O an hıçkırarak ağlamamak için kendimi kontrol etmeye çabaladım. Ağlarsam dağılırdım. Ağlamamam gerekiyordu.  Bunu engellemem ve kendime gelmem gerekiyordu. Ben böyle direnmeye çabalarken Kadir ile göz göze geldim. Kadir odanın içine girerek gayet sakin bir sesle,

“Seni anlamaya çalışıyorum. Tamam, kolay atlatılabilir bir durum değil ama sence de fazla abartmadın mı? Hatta fazlaca bencil davranmadın mı? Yiğit her gece bu odada zaman geçiriyordu. Her ne kadar belli etmese de en az senin kadar acı çekiyor.  Canı sandığından da fazla yanıyor. Üstelik sana belli etmemek için elinden geleni de yapmaya çalışıyor. Sırf seni üzmemek için kendi acısını bile tam olarak yaşayamadı.” Dediğinde içimde bir şeylerin ta derinlere battığını ve canımın fazlasıyla yandığını hissettim. Onu çok kırmıştım. Lanet olsun bana her şeyden çok kırılmıştı.
………………
Yiğit odadan çıkmış ve hızla hazırlanıp muhtemelen işe gitmek için evden çıkmıştı. Yiğit gidince benimde Kadir ile beraber gitme zorunluluğum olmuştu. Bu sorun değildi. Giderdim. Ama Kadir beni her şirkete götürdüğünde Bahar ile karşılaşıyorlar, birbirlerine takılmadan da edemiyorlardı. Bu her ne kadar da izlemesi zevkli bir sahne olsa da bu gün beni hiç etkilemeyecekti. Hemen Yiğit’in odasına gidip, onunla konuşmam gerekiyordu. Tamam, hatamı kabul ediyordum ama onunda beni anlaması gerekiyordu. Bu zor olsa da en azından denemeliydi.
Şirkete gelmiş ve Bahar ile karşılaşmıştım. Bahar beni görür görmez panikle

“Aylin, Yiğit’e ne olduğu hakkında bir bilgin var mı? Geldiğinden beridir terör estiriyor. Asistanının yerinde olmak istemezdim ki az önce oda yerinden kaçtı. “ dediğinde ise derin bir nefes alarak,

“Baba sinirli odasında mı?” diye sorduğumda ise Bahar alaycı bir tavırla

“Odası hala yerinde duruyorsa, evet odasında” diye söylendi ve ben sadece gözlerimi devirmekle yetindim.  Ben hızla odasına doğru yürürken arka tarafta Kadir ve Bahar çoktan atışmaya başlamışlardı. Hızla yürümenin sonucunda karşıma çıkan kapıyı çalmadan yavaşça açarak içeriye girdim ve sırtı bana dönük bir vaziyette telefonla konuşan Yiğit ile karşı karşıya kaldım. Sesimi çıkarmadan sessizce yaklaştım ve konuşmasını bitirmesini bekledim.  Her kim ile konuşuyorsa sadece dinliyordu. Ta ki set bir sesle

“Hayır, yarın sabah saat 08.45 uçuşu. Amerika J. Kennedy havalimanına dönüş için kesin bir tarih yok onun için esnek bilet olsun. “ dedi ve ben kim için bilet aldığını merak etmeye başladım. Bora Bey gerimi gidiyordu. Diye düşündüğüm esnada Yiğit

“Evet, Bora Yılmaz ve Yiğit Ertürk” dedi ve ben o an orada bayılmamak için hemen yan tarafımdaki koltuğa tutunmak zorunda kaldım. Yine gidiyordu. O gecenin ardından kaçtığı gibi yine kaçıyordu.  Gözlerim arkasında duran beni fark eden Yiğit’in o kahverengi büyülü bakışla karşı karşıya kaldım. Yiğit elindeki telefonu gözlerini benden ayırmadan, cebine koyarken sadece mırıldandım.


“Gidiyor musun?” diye o ise sadece baktı gözlerime. Evet dercesine, sert, soğuk ve uzak bir şekilde….



Hepinize keyifli okumalar diliyorum.

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Aşkın Büyüsü kitabından kesit







“Sen benimsin Sarışın! Artık beni çıldırtmaktan vazgeç! “ dediği anda bedenime dolan öfkeyi gözlerine baka baka kusmaya ramak kalmıştı. Dizlerimi sıkarak ve öfkeme hakim olmaya çabalayarak,
“Senin değilim buz adam. Ben kimsenin değilim. Kimseye ait değilim. Hiçbir zamanda olmayacağım!” diye söylediğimde ise keskin bakışları, sert bakışlarımla savaşıyordu. Gözlerimi bir an olsun gözlerinden ayırmıyordum. Pes etmeyecektim. Onu asla affetmeyecek, bu ilişkiye bir kez daha inanmayacaktım… Aklımdan geçenler ve Kerem’in soğuk bakışlarıyla olan savaşım devam ederken bu gerilim dolu anı bozan çantamda çalan telefonumun sesi oldu. Kısa bir süre gözlerimi çantama çevirdim. Hızla gidip çantamın içinde çalan telefonumu aldım. Arayan kişiye baktığımda ise içimdeki şeytan ‘işte bu! Tam zamanında’ diye haykırarak zafer işaret yapıyordu. Ekranda Tarık’ın numarası vardı. Ve şu anda Kerem’in kudurmasına ihtiyaç duyduğum tek kişiydi. Gözlerimi meraklı bakışlarıyla beni süzen Kerem’e dikerek,
“Efendim hızlı çocuk” diyerek cevapladım. Tarık telefonun diğer uçundan,
“Hızlı çocuk uçuşa hazır. Kapıdayım ve seni bekliyorum. Arabanla mı geliyorsun?  Yoksa arkamdaki yerini mi alacaksın?” diye sorduğunda ise sırıtarak,
“Tabi ki arkandaki yerimi ve hızı özledim. Hemen çıkıyorum” diyerek telefonu kapadım. Bana sert bakışlarla bakan Kerem’e yapmacık bir gülümseme göndererek,

“Seninle saatlerce tartışabilirim ama şu anda zevk alacağım şeyler yapmak istiyorum. İnan bana şu anda seninle burada konuşmak zevk aldığım şeyler arasında değil.”