“EMİN OLABİLİRSİN”
YİĞİT’TEN
İğrenç bir gün daha. İğrenç ve sıkıcı. Bu büyük yatakta
Aylin’de olmalıydı. Ona sarılarak, boynundan öperek ve onunla sevişerek güne
başlamalıydım. Deri bir nefes aldım ve beni bekleyen sıkıcı prosedürleri
halletmek için New York’ta olan ve şirkete sadece yürüme mesafesinde bulunan
Bora’nın evinde bu koca yataktan kalktım. Duş aldım. Üzerimi değişip, odamdan
dışarıya çıktığımda, kahvaltı masasında oturan bora ile göz göze geldim. Lanet
olsun nasıl oluyordu da dün geceki o eğlencenin ardından bu kadar zinde
kalkabiliyordu. Şaşılacak şeydi. Bünyesine hayrandım. Dün akşam Bora ve
buradaki patron arkadaşlarıyla dışarıya kafa dağıtmak adına çıkmış ama 1 saat
içinde geri gelmiştim. Fazlasıyla içkili ve bir o kadar da kadın yoğunluğu
vardı. Bora gülümseyerek,
“Günaydın kaçak” diye seslendiğinde derin bir nefes alarak,
“Günaydın pislik “ diyerek karşılık verdim. Gerçekten pislik
herifin ta kendisiydi. Masaya yaklaşıp tam oturacağım esnada masaya baktım.
Masada her şey vardı. Peynir, omlet vs. ama yüzümü ekşittim. Lanet olsun
Aylin’in hazırladığı kahvaltıları özledim. Onun o sıcacık gülümsemesini,
hazırladığı sandviçleri bile özledim. Bakışını gülüşünü özledim. Gözlerim
kolumdaki saate gittiğinde saatin çoktan 8:30 olduğunu fark ettim. Türkiye
saatine göre kesinlikle uyumuş olmalıydı. Derin bir nefes verip, önümdeki
kapaktan bir dilim peyniri ağzıma attım. Sallama çay, lezzetsiz kahvaltı.
Tamamen içimi karartmıştı. Oflarken Bora ile göz göze geldim. O keskin rahatsız
edici bakışları gözlerimden bir saniye bile ayrılmıyordu ve bu beni gerçekten
çok geriyordu. Pisliğin haklı olması da canımı fazlasıyla sıkıyordu. Bora,
“Onu özlüyorsun. İçin içini yiyor ve gerginlikten öleceksin.
“ dediğinde içimde bir yerler de kalbimi sıkan nefes almamı engelleyen bir
şeylerin olduğunu hissettim. Kravatımı gevşetip, sert bir sesle
“Evet özledim. Lanet olasıca çeneni kapa artık. Ona çok
kızgın olsam da onu deli gibi seviyorum. Evet özlüyorum.” Dediğimde küçük bir
sırıtmayı beklemiyordum. Bu gün
öğrenmesi gerekeni fazlasıyla öğrenmişti. Onun için konuşmaya devam etmenin bir
mantığı yoktu. Masadan kalkıp,
“Ben şirkete geçiyorum.” Dedim ve hızla yürümeye
başladığımda Bora alaycı bir sesle
“Ben geç geleceğim, bir arkadaşımı almam gerekiyor” dediğine
sadece derin bir nefes aldım. Gözlerine alaycı bir tavırla bakarak,
“Burada ki şirket istenilen kıvama gelmediği sürece senin
İstanbul’a dönmeni onaylamaması için Hasan amcayı sonuna kadar
fişekleyeceğimden emin olabilirsin. Buraya fazlasıyla yatırım yapıldı ve henüz
gelişme sürecinde” dediğimde hala suratıma sırıtarak bakması katlanılacak bir
olay değildi. Bora sırıtmasına devam ederek, sandalyeden kalktı. Elindeki
peçete ile ağzını silip, portakal suyunun son kalan yudumunu içip yanıma kadar
geldi ve
“Buradan İstanbul’a döndüğünde en azından geride işime
yarayacak birkaç eleman bırak daha şimdiden 4 elemanın istifa ettiğini duydum.
Üstelik tamamı hukuk departmanından” dediğinde gözlerine dik dik bakarak,
“Sadece işlerini yapmaları gerekiyor. Erkek avcılığı değil.
Elemanlarını işe alırken, mesai yapabileceklere dikkat et.” Dediğimde Bora
kaşlarını çatarak,
“İstifa eden tüm elemanlar 8 saat mesai yapıyordu.”
Dediğinde sinirlenerek,
“mesailerini masanın sandalyesine oturarak yapmaları
gerekiyor. Üstünde oturarak değil. “ diye söylendim. Bunu duyduğunda kahkaha
atan Bora,
“Yiğit ve prensipler. Tamama her neyse en azından birkaç
tane geride bırak” dediğinde sıkıcı bir nefes alıp verdim ve
“Nasıl biliyorsan öyle yap. “ deyip hızla yanından
uzaklaştım. Pisliğin arkamdan kahkaha atmasına gri dönüm o suratının ortasına
sıkı bir yumruk atmak istesem de şeytanı başımdan def edip otoparktaki aracıma
binmek üzere kapıya yöneldim.
………………………………………………
İstanbul’da trafik olduğunu iddia eden insanların buradaki
trafiği görmeleri lazım. Araba milim ilerlemiyor. Evden yürüyerek işyerine
girmeyi deneseydim, eminim ki şu anda masamda olabilirdim. Sıkıcı ve yorucu bir trafik vardı. Gerçi
İstanbul’da da böyle hissediliyordu. Fakat o zaman arabanın içinde Aylin
olurdu. Kokusu beni her zaman sakinleştirir, iyi hissettirirdi. Lanet olsun
gömleğini değil parfümünü yanımda getirmem gerekiyordu. Aylin beni bu trafikte
mutlu edecek gülümsetecek bir şeyi mutlaka bulurdu. Şimdi ise bu iğrenç
trafikte, saçma sapan bir ülkede, sadece kendini düşünen insanların
arasındaydım. Kahretsin burada ne yapıyordum ben. İçimden bir ses, bu
haykırmama
“Salaklık!” diye karşılık verdi. Evet, salaklık yapıyordum.
Burada resmen salaklık yapıyordum. Benim ona çok sinirli olsam da, çok kırgın
olsam da Aylin’in yanında olmam gerekiyordu. Geri dönmem ve o evde onunla olmam
gerekiyordu. Bu halimden kurtulmam gerekiyordu. Herkes başak gibi olamazdı.
Hele Aylin hiç. O onu sevdiğime inanıyordu. Beni seviyordu. Benimle bir ömür
yaşayacak ve tekrar çocuğumuz olacaktı.
……………………..
Sonunda trafikten kurtulup, şirkete girmiştim. Etrafımdaki
kadınların, şehvetli ve davetkar bakışları gerçekten rahatsız ediciydi. Parmağımdaki yüzüğü göremeyecek kadar basit
insanların olması sinir bozucuydu. Onun için kimseye bakmamaya özen göstererek
ofisime doğru yürüyüp, hızla ofise
girdim. Masama geçtiğimde tüm evraklara bakıp derin bir nefes alıp verdim. Bu
evrakların iki haftalık işi vardı. Hemen geriye dönmek istesem de bu
imkansızdı. Aylin ile beraber gelmek istemiştim. O kahredici olay olmasaydı şu
anda onunla beraber burada olacaktım. Eminim ki daha önce benimle beraber
Bursa’ya gelişi haricinde İstanbul’dan dışarıya çıkmamıştır. Onun içinde
değişik bir seyahat olabilirdi…. Bu düşüncelerin sonu yoktu. Saat henüz 9:00
olmuştu. İşe başlayıp, bu işlerin hepsini sonuçlandırıp, hemen Türkiye’ye
dönmem gerekiyordu.
…………
1 saat sonra
Bu kadar davanın olması ve bu kadar evrak kaybının olması
gerçekten saçmaydı. Bora gerçekten sandığımdan da düşüncesiz davranıyordu.
Aklının hala geçmişindeki hatada olduğu kesindi. Ama kendini bulmazsa önüne
sunulan şansı tepebilirdi. Azra günün birinde ona bir şans vermeye karar
verirse onun bu kişiliği bunu engelleyecekti. Prensibi olmayan bir adam
düzeldiğini ispatlayamazdı. Bu düşüncelerde kaybolurken midemin yanmasına
yüzümü ekşittim. Sabah bir şey yemediğimden kahveye yüklenmiştim. Oda sonunda
midemi yakmıştı. Bu asistanın getirmesi gereken evraklar henüz gelmemişti.
Zaten bitirebildiğinden de emin değildim. Sonunda kapı ürkekçe çaldığında bunun Jessica olduğunu anladım ve derin bir nefes alarak
“Gel” diye bağırdım. Birkaç saniyenin ardından kapı açıldı.
Kız fazlasıyla ürkekti ve ona baktığım anda eli ayağına dolanıyordu. Onun bu
saçma sapan haline dayanamadığımdan ona hiç bakmadan elindeki evrakları
bırakmasını istiyorum.” Masamın yanına kadar geldiği de burnuma dolan koku ile
afalladım. Aylin’e has kokuydu bu koku. Artık kafayı yiyor olmalıydım. Artık
özlem fena zorluyor olmalıydı. Diye düşünürken tam önüme bırakılan sandviç ile
resmen nefesim kesildi. Buradaydı. Başımı yavaşça yukarıya kaldırdım. Gözleri o
yeşil cennetinde kaybolduğunda kalbim hızla atmaya başladı. Onu ne kadar
özlediğimi o gözlerde kaybolduğumda anladım. Şu iki hafta da ne kadar da
aptallık etmiştim. Ürkek bakışları benim ne söyleyeceğimi nasıl tepki
vereceğimi kestiremediğindendi. Titrediğini fark edebiliyordum. Biraz ona
işkence çektirmek hoşuma gidiyordu. Nede olsa bu ayrılığın sebebi kendisi
olmuştu. Yavaşça yerimden kalkarken, refleks olarak bir adım geri gitmesine
gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Bu tavırlarını, bu bakışlarını, bu
kokusunu lanet olsun onu çok özlemiştim. Ayağa kalkmamla Aylin’in kekeleyerek,
“ Be-ben şe-y sandviç-leri -mi özlemişsindir diye düşündüm”
demesini içimdeki arzular ve bedenim dayanamayarak aradaki mesafeyi kapatıp
onunla burun buruna geldim. Ciğerlerime dolan kokusunu daha da içime çektim. Bu
koku fazlasıyla baş döndürücüydü. Resmen bağımlı gibi kendine hapsetmişti.
Tekrar gözlerimi açmamla Aylin’in bakışlarına hapsolmam bir olmuştu. Kontrolüm
dışı kelimeler ağzımdan
“Özlediğim sandviçlerin değil” diye bir cümle çıktığında,
bakışlarım dudaklarına kaydı. Dolgun, titrek ve davetkar. Titreyen sesi ile
tekrar
“Ne?” diye sorduğunda artık dayanamayacağımı fark ediyorum.
Ellerim kontrolsüzce beline dolanıyor, onu hızla çekip dudaklarım özlediğim
dudaklar ile buluşuyor. İşte bu. Özlediğim buydu. Bu dudaklar, bu ten, bu koku,
bu ses ve bu masumluk. Her biri ayrı ayrı özlenmeye değerdi. Tüm bedenim
canlanmasına yetecek kadar arındırıcı, tüm ruhumu iyileştirecek kadar huzurlu.
Büyülü bir tattı dudaklarındaki. Bağımlısı olduğum bir büyü. Onu nefessiz
kalana kadar öpüyorum ve dudaklarımı dudaklarından çekmemek adına resmen
savaşıyorum. Elleri boynuma dolanırken,
ciğerlerimin nefessizlikten yanmaya başladığını hissediyorum. Onunda aynı acıyı
çekeceğini fark edip dudaklarımı dudaklarından zorda olsa ayırıp, gözlerim
kapalı bir şekilde alnımı alnına dayıyorum. İkimizde nefes nefeseydik. Anın
verdiği şokla
“Aylin” diye fısıldıyorum.
Bu inanılmaz bir şeydi. Kontrol manyağı biri değildim ama nerede durmam
gerektiğini her zaman bilir ve kendimi kontrol edebilirdim. Bu nedense bu
hatunda işe yaramıyordu. Ben hayatımda bedenimin bu şekilde hissettiğine hiç
tanık olmamışım. Ruhum canlanmıştı resmen. Gözlerimi açmamla gözleri dolu dolu
olmuş bana bakan Aylin ile karşı karşı ya kaldım. Lanet olsun bir hatuna
ağlamak bile yakışır mı? Ağlamak bile bir kadında bu kadar hoş, bu kadar seksi
durur mu? Benim hatunumda dururdu. Ellerim belinden yüzüne çıkarken, yüzlerimiz
arasında bir boşluk bırakarak gözlerine baktım. Aylin titreyen sesi ile
“Yiğit özür dilerim
ben..” dediğinde ne söylemek istediğinin farkındaydım. Onun için hızla
dudaklarına bir öpücük daha bırakıp susmasını cümlesini tamamlamamasını
sağlıyorum. Bu durumda ikimizde haksız ve hatalıyız. O odayı kaldırırken hata
yaptı. Ben ise Amerika’ya kaçmakla hata yaptım. Onun için onun o melek ama
yorgun yüzüne gülümseyerek,
“ikimizin de aptal olduğunu söylüyor, bu konuyu burada
kapatıyorum güzelim. Üstelik açılmamak üzere kapatıyorum. Anlaşıldı mı?” diye
soruyorum. Yorgun yüzü şaşkınlık ifadesine büründüğünde kahkaha atmamak için
kendimi zor tuttum. Bu halimi belli etmiş olmalıyım ki çatılan kaşları ile
“Tam bir çelik adamsın. İlla kabuğunu kırman için buraya
gelmem mi gerekiyordu? Anladın madem neden aramadın? Neden bir tepki vermedin?
İki haftadır içimin nasıl yandığını biliyor musun?” dediğinde bu çemkirmeye
daha fazla dayanamayıp, dudaklarına ateşli bir öpücük bırakıp susturdum. Sesi bir anda kesilen Aylin, sıkıca yumduğu
gözleri ile gerçekten muhteşem görünüyordu. Dudaklarımı dudaklarından
ayırdığımda, gözlerine şehvetle bakarak
“o yangını söndürebileceğimden emin olabilirsin güzelim”
dedim. O yeşil cenneti kocaman büyüyerek açıldığında bedenimin huzurla
dolduğunu hissettim. Mutluluk ilacı gibiydi. İçince ağrın kesilen ilaçlar gibi,
kana karışan uyuşturucu gibi. Tam bir aşktı. Bu hatunu gerçekten seviyordum. Ve
bu bakışlarıyla beni huzura boğan hatunda beni seviyordu. İlkti. Karşılıksız,
sadece ben seven bir aşk…
Gözlerime şaşkınlıkla bakan Aylin’in kolunu kavradım ve
uykusuzluktan ölmek üzere olan bedenini dinlendirmek adına eve götürmeye karar
verdim. Tam kapıyı açıp, dışarı çıktığım anda karşılaştığım ve pislik
sırıtmasıyla gözlerimi gözlerine diktim. Tam bir gıcıktı. Tam bir serseriydi ve
tam bir dosttu. Bu yaptığına bir misilleme yapacağım kesindi. Fakat şimdi bir
şey söylemeden karşısından gitmem imkansızdı. Onun için Aylin’in eli elimde
Bora’ya doğru eğilip,
“İstanbul’a döndüğünde, Azra’nın karşısındaki çırpınışlarını
zevkle izleyeceğim kardeşim. Ve o günleri sabırsızlıkla bekliyorum.” Dediğimde o
keyifli sırıtışının solması tamamıyla zevkli bir duyguydu. Hatta mükemmeldi…. Aylin
elimi sıkarak,
“Yiğit!” diye haykırırken ona dönerek,
“Söyle hatun?” dediğimde yutkunmasının verdiği zevkse paha
biçilemezdi. Anlık duraksamanın ardından hızla kendine gelerek, Bora’ya
dönerek,
“Aslında Yiğit’e kızmıyorum o masum kız her ne yaparsa hak
ediyorsunuz. Hem de sonuna kadar. Umarım sizi fena süründürür.” Dediğinde kahkaha
atmamak için kendimi resmen tutmak zorunda kalmıştım. Bora ağzı açık Aylin’e
bakarken gerçekten şokta olduğunu fark etmiştim. Bakıları şoktan çıkıp beni
bulduğunda inanama bir ses tonuyla,
“çeneni tutman gerekiyordu Yiğit.” Dediğinde ellerimi havaya
kaldırarak
“Sanırım ama durumlar birden gelişti. “ dediğimde Bora hızla
“Arkadaş olmamaları sağla.” Dedi ve Aylin’e dönüp,
“Şirket dışında sadece Bora demen yeter mi demiştim?” diye
sordu ve ardından hızla
“Unut gitsin Aylin kesinlikle patronun muşum gibi davran. Azra’yı
kurmaya kalkmayın canınıza okurum haberiniz olsun.” Dediğinde onun o çocuksu
siniri kelimenin tam anlamıyla komediydi. Hele ki Aylin’in ellerini beline
yerleştirerek.
“O kızın gözlerindeki gücü gördüm ben. Sizi karşısında
gördüğü anda bize gerek kalmayacak ve sizi gerçekten süründürecek. “ dediğinde
konunun daha uzamasına izin vermeden Aylin’i kolundan çekmeye başladım. Ama Aylin
pes etmezcesine
“Hiç ama hiç sizden beklemezdim yani “ diye devam ediyordu
ki bunun böyle olmayacağına karar verip onu o anda omzuma attım. Ağzından çıkan
tek şey ise çığlığı oldu. Ardından da kanımın kaynamasını sağlayan sesiyle
“Yiğit!!!” diye haykırmasıydı….